Elazığ depremiyle yüreklerimizin saati bu aziz şehirden gelecek iyilik haberlerine ayarlanmıştı. Evvelki gün şehri ziyarete gittiğimizde, çadır kentteki, taziye evlerindeki, camilerdeki, hastanelerdeki kardeşlerimizle hasbihal eylediğimizde; ‘’Allah milletimize böyle bir acı daha vermesin’’ dedik.
Biz oradayken enkaz altındaki son iki kişi de çıkartıldı. Vefat edenlerin sayısı böylece 41’e yükseldi. Hastahanelerdeki kardeşlerimiz de hamdolsun iyi haldeler, üç gündür hiç uyumadan, göz bile kırpmadan hizmet veren hekimlerimiz, hemşirelerimiz, sağlık görevlilerimiz göz yaşartıcı bir fedakarlıkla çalışıyorlar. Allah hepsinden razı olsun.
Kızılay ve AFAD ise ‘’kerim devlet’’in ispatı ve güler yüzü olarak sabırla, bilinçli profesyonellikle hizmet veriyorlar. Bursa Büyükşehir Belediyesi de 24 saat sıcak çay ve çorba servisi veriyor, mutfakta ahçıbaşı ile sohbet ettik, ‘’Allah, Halil İbrahim bereketi versin’’ dedik...
Elazığ’da ikindi vaktine kadar bahar havası, sıcak bir gün yaşıyorsunuz ama ikindiden itibaren hava derhal soğumaya, başlıyor, akşam ezanında ise ayaz bastırıyor. Sokaklarda konuştuğumuz kişiler battaniye ihtiyaçlarını dile getirdiler. Çadırlar kurulmuş ama gece çok soğuk olduğu için camilerde yattıklarını anlattılar. Camiler sanki sığınak gibi insanlarla doluydu, yaşlı teyzelerle, bebeklerin arasında kıldık namazımızı.
60 yaşındaki Sevim teyze ile, 14 yaşındaki Sena’nın cenaze namazına durduk... Sena’nın okul arkadaşları hıçkırıklar içinde tabutun başındaydılar. Sevgi Kurtulmuş hanım, Sena’nın annesiyle görüşürken işittik ki, o gün Sena’nın doğum günüymüş, ‘’doğum gününde toprağa veriyoruz kuzumu’’ deyip olduğu yerde yere düşüyordu annesi... Herkes birbirine daha fazla kenetlenmişti, herkes sanki aynı ailenin ferdi gibiydi. İklima Anne’nin, Hanife Anne’nin taziyelerine gittik. Evlatlarını, torunlarını yitirmiş bu yaşlı nineler, ancak okunan Kur’anlarla, tekbirlerle ayakta duruyorlardı. Duvarları çatlamış yoksul evlerindeki taziyeler bir başka alem... Sanki az evvel Peygamberimiz oradaymış gibi sağlam inançla söylenen selavatlar, sanki meleklerle haşir neşir tahammül ve sabır dolu kadınlar, kadınlar, kadınlar...
Elazığ depreminin sembol ismi ‘’Azize’’, yoğun bakımda ama gayet iyiydi. Enkaz altında baygınken, gece yatmadan evvel sabah namazı için kurduğu telefon alarmı çalmaya başlayınca kendine gelmiş. Başından geçenleri anlayınca önce çok korkmuş, çok ağlamış, sonra telefonla ağabeyine erişmiş, ‘’abi evimiz battı, biz toprak altındayız’’ demiş. Sonra hepimiz biliyoruz, Azize’nin telefonunu takip eden kurtarma ekipleri, oradan tam 8 kişiyi çıkarttılar. Türkçe, Kürtçe ve insanca gönül diliyle konuşan acil teknisyeni Emine, iftiharımız, yüz akımız, sadece Azize’yi değil, hepimizi hayata bağladı...
İçişleri Bakanımız, Çevre ve Şehircilik Bakanımız ve Sağlık Bakanımız deprem olduğu andan itibaren birer şantiye şefi gibi Elazığ’da canhıraş bir çalışma içindeler. AkParti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, mükemmel koordinasyon ve sosyla dayanışmayı yerinde takip ederek; ‘’Büyük millet olduğumuzu yeniden ispat ettik’’ dedi. Akparti Elazığ Kadın Kolları Başkanı Gülersem Çopur ve ekibi, şehri kılcal damarlarına kadar tanıyan halleriyle fedakarlıkca, uyumadan, yeyip içmeden çalışıyorlar. Sivas milletvekili Semiha Ekinci hanım da dayanışma faaliyeti için gelmişti...
Deprem ne büyük ibret! Böyle zor zamanlarda, kimimiz insanlığımızla öne çıkarken, kimimiz de iftira ve ajitasyonlarla en zor zamanda en korumasız halde kalmış insanımızı hedef alabiliyor... Yüzlerdeki maskeleri indiriyor zor zamanlar.