Eski günahların gölgesi uzun olurmuş.
Güney komşumuz Sûriye daha uzun süre başımızı ağrıtacak gibi görünüyor.
Sûriye’nin neden “eski bir günah” olduğunu kısaca şöyle açıklayayım:
Burası Birinci Cihan Harbi (1914-18) sonrası Batılı muzaffer devletlerin, birtakım dürüstçe olmayan amaçlarla yokdan vâretdikleri bir sun’î devletdir. Tıpkı Irak ve Lübnan gibi!
Daha Selçuklular devrinde bütün bu bölgeye hâkim olan Türkler Kuzey Arabistan’ı bu tür gayrıtabii parçalara bölmeksizin ve her şeyden evvel ora halkını yönetime iştirâk ettirerek neredeyse sekiz asır yönetmişlerdir. İngiltere ve Fransa’nın 1918’den sonra orada kurduğu düzen (!) ise 35 sene ancak dayanabilmiş ve müteâkıben çatır çatır çökmüşdür. Araya İkinci Dünyâ Savaşı (1939-45) girmemiş olsaydı o kadar dayanacağı bile şübheliydi.
Hâlen yaşadıklarımız bu hâinâne uygulamanın zorunlu sonuçlarıdır.
Çünki ne Sûriye bu ada gerçekden lâyık bir devletdir ne Irak ve de Lübnan!
Onyıllar önce, hayâtımın zor bir safhasında bir ara her gece gidip sabaha kadar içdiğim bir meyhâne ve orada yine müdâvimlerden Sûriyeli bir arkadaşım vardı. Onunla sık sık politikadan, yakın târihimizden ve bölgenin istikbâlinden bahsederdik.
Müteaddid vesîlelerle kendi ülkesi için “Sizin zamânınızda durum on kat daha iyiydi.” dediğini hatırlıyorum.
Tabii ki bu bir bilimsel araştırma değil ve Türklerin zamânında durumun on kat mı, yedi kat mı yoksa bir kat mı iyi olduğunu bu ifâdeden kestirmek imkânı yokdur. Ancak Osmanlıdan sonra hiç parlak olmadığı da muhakkakdı.
Sûriye’nin yüzölçümü 185.180 km.2 ve nüfûsu 20 milyon 820.000’dir.
Türkiye ile Sûriye’nin 900 küsur kilometre ortak sınırı vardır ve bu sınırın iki yakasındaki insanlar; Arabıyla, Kürdüyle, Türküyle akrabâdır. Aslında Anadolu ile Sûriye, Kuzey Irak’la berâber zâten tek bir bölge teşkîl ederler.
O bakımdan benim şahsî kanaatim, yakın bir gelecekde Kuzey Irak’la Kuzey Sûriye’nin Türkiye ile bir politik formasyon (federasyon veyâ konfederasyon) oluşturacağı ve buna paralel olarak Irak’la Sûriye ve Lübnan’ın da benzer şekilde birleşerek doğru dürüst bir devlet hâline geleceği yönündedir.
Bunun için kimsenin Türkiye’ye herhangi bir şekilde “emperyal emeller” izâfe etmesine gerek yokdur. Kaldı ki Türkiye’nin bu tür hedefler peşinde koşmadığından da emînim.
Öte yandan târihî gelişmeler bir tarzda dâimâ kendi tabii doğrultularında cereyân etmişlerdir.
Yâni Türkiye bu bağlamda iki elini havaya kaldırarak harâretle istemediğini söylese bu sefer Kuzey Irak’la Sûriye Türkiye’yi kendilerine bağlarlar.
Eh, o zaman da başkent Ankara değil Kerkük yâhut Kamışlı olur.
Bana göre hava hoş...İstanbul olmadıkdan sonra neresi olsa umurumda değil!
Düzeltme: Türkiye’nin kuruluşu ile ilgili yazımda, acele ve dikkatsizlikden kaynaklanan bazı hatâlar işlemişim. Şimdi yok efendim başım ağrıyordu da yok o sırada tramvay geçdiği için kafam dağıldı da filan gibi mâzeretler ileri sürecek değilim. Uzun uzun îzâh etmek de içimden gelmiyor. Onun için sizler lütfen bu yazıyı boşverin!
Tabii kuruluş târihi olan 23 Mayıs 1040 doğru.
Ama Ertuğrul Gâzî ile Tuğrul Bey’i karıştırdım gâlibâ...
Neyse...