Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in Moskova’da gerçekleşen ikili görüşmesi Suriye’nin geleceği açısından önemliydi. Sizce nasıl geçti?
Rusya, İran ve Türkiye; Suriye coğrafyasına elle tutulur anlamda katkı sunan yegâne oluşumun paydaşı olan üç ülke. Kuşkusuz Suriye siyasetinde kusursuz bir fikir birliği içerisinde değiller fakat farklılıklar korunurken Türkiye hem Zeytin Dalı Harekatında, hem Fırat Kalkanı Harekatı’nda, hem de İdlib’deki çatışmasızlığı önleme ve gözlem misyonunun ihdasında Astana sürecinin ana öznesi olan iki ülke ile sürekli diplomatik ilişkisini sürdürdü.
Sayın Erdoğan ve Putin’in Suriye’deki çözüme yönelik son açıklamaları dikkate alınırsa, Putin’in bir taraftan PYD kartını elinden bırakmamaya niyetli olduğu, diğer taraftan da Türkiye ile geliştirdiği ikili stratejik ilişkilerin önemini bilen bir ikilemde siyaset geliştirmeye çalıştığı aşikardır.
PUTİN ESED ADINA KONUŞUYOR GİBİ
Ayrıca Suriye’de meşru bir şekilde bulunabilmesinin yegâne mihenk noktasının Esed’in iktidarını koruması yoluyla mümkün olduğunu bildiği için, sürekli Esed adına da siyaset üretmeye çalışan bir ruh hali ile basına açıklamalarını yaptı Putin. Moskova zirvesi, Fırat’ın doğusunda oluşturulacak güvenli bölgenin ihdası için Rusya ile diplomatik anlamda yapılması zaruri olan bir zirveydi.
Neden zaruri idi?
Fırat’ın doğusuna yönelik bir harekatta Rusya tek başına siyaset üreten ülke pozisyonunda değil, bu diplomasinin bir diğer önemli ayağı da ABD malumunuz. Bu açıdan bölgenin bu iki en önemli aktörü ile bir diplomasi geliştirmeden bir askeri harekat icra edilmesi zaten çok akıllıca olmazdı.
TÜRKİYE’NİN ŞANSI: REKABET-İ DÜVELİYE
Çekilme kararıyla tedbirli-olumlu havaya geçen Ankara-Washington diyalogu Moskova’yı nasıl etkiliyor?
Türkiye’yi Rusya nezdinde değerli kılan birçok parametre sayabiliriz. Bunlar Türkiye’nin coğrafi konumu, askeri gücü, G20 içerisinde olan güçlü bir ekonomi oluşu, NATO üyeliği, karşılıklı geliştirilen ticaret hacmi ve burada uzun uzun sayamayacağımız birçok parametre. Ama en önemlisi Türkiye’nin; başlangıçların, bitişlerin ve geçişlerin sembolü olan ve dualitenin günümüzdeki en önemli ikonası olan eski Roma tanrısı Janus gibi, Batı ile de Rusya dahil Doğu ile de etkileşim kurabilen ve siyaset üretebilen bir ülke oluşu. Bu eskilerin rekabet-i düveliye dediği ülkeler arasındaki rekabetten istifade eden bir ülke siyasetinin çok dışında bir nitelik ve sanırım yeteri kadar analiz edilmeden bir köprü benzetmesiyle haksızca geçiştirilen bir durum.
HEM MOSKOVA HEM WASHİNGTON
Türkiye bir taraftan yıllardır uyguladığı yoğun diplomasi ve sahaya sürdüğü sert gücü ile ABD’nin askerlerini bu bölgeden çekmesinde en önemli rolü oynayan ülke olurken, diğer taraftan Rusya ile geliştirdiği ikili ilişkilerinin bir tezahürü olarak da, Suriye coğrafyasının en etkin aktörlerinden birisi konumuna gelmiştir. Belki bu sualin şu şekilde sorulması da bizi hiç şaşırtmayacaktır: Ankara – Moskova diyaloğu Washington yönetimini acaba nasıl etkiliyordur? Türkiye’nin bu coğrafyada üretebileceği siyasetin çok boyutlu olduğunu ve Türkiye’nin Rusya nezdinde de, Washington nezdinde de üreteceği etkinin sindiriminin kolay olmayacağını, 15 Temmuz sonrasında iki başkent de farkında diye düşünüyorum.
RUSYA SURİYE’DE NE İSTİYOR?
ABD’nin bölgedeki emellerini sıkça konuşuyoruz ama diğer emperyalisti sanki biraz unutuyoruz. Rusya Suriye’de ne istiyor?
Çok klişe bir cevap olacak belki ama Rusya, Suriye’de önce Akdeniz’i istiyor, sonra buradaki varlığını teminat altında tutacak bir yönetimi istiyor, daha sonra da ona tüm bu iki hedefini sağlayacak aktörler ile sürdürülebilir bir ilişki istiyor. Tüm bu hususlar sağlanırsa Rusya bu malzeme ile Ortadoğu ve Doğu Akdeniz coğrafyasında güzel bir menü hazırlayabileceğini çok iyi biliyor. Tartus deniz üssünü, Hımeymim hava üssünü, Esed ile olan ilişkisini, PYD ile kopartıp atmak istemediği ilişkisini de, işte tüm bu amaçları gerçekleştirebilmek adına istiyor.
Ayrıca Rusya’nın Libya’da Khalife Haftar üzerinden, Mısır ve Cezayir’de yine iş başındaki yönetimler üzerinden geliştirdiği siyaset de, açıkçası Suriye’de elde etmiş olduğu bu alanın da bir tezahürüdür dersek çok da mübalağa etmiş olmalıyız. O yüzden Rusya Suriye’de şartlar ne olursa olsun tüm bu kazanımlarını sağlama alabileceği ana unsurun Suriye coğrafyası olduğunun da pekala farkında.
PKK’YI RUSYA DA KULLANMAK İSTER
Putin, “Rusya olarak Suriye hükümeti ile Kürt gruplar arasındaki görüşmelerin başlamasını istediklerini” ifade etti. Bu ifade Türkiye’nin arzu edebileceği bir gelişme değil. PKK-PYD’ye “Kürtler” denmesi ve meşruiyet tanınması konusunda ABD ile Rusya aynı yerde mi duruyor?
Hegemon güç olma konumlarını dünyanın birçok noktasında sürdüren iki ülkeden bahsediyoruz. Rusya ve ABD. Bu iki ülkede şartlar ne olursa olsun belirli bir coğrafya üzerinde kullanmak isteyecekleri aktörleri hakikat ne olursa olsun buruşturup bir köşeye atmak ve sonra da unutmak istemezler. Bu konu PYD ve YPG için de geçerlidir. ABD ve Rusya bu terör ile hemhal olmuş örgütlerin Kürtlerin temsilcisi olamayacaklarını elbette biliyorlar. Ama, hem bu coğrafyada taşeron bir gücü elde tutmak, hem de sınırsız kullanabilecekleri bu güç ile her türden kanı akıtarak hegemonyalarını sürdürmek bu işin doğasında var ve iki ülkenin de sicilleri bu anlamda epeyce kirli.
TÜRKİYE SERT GÜCÜNÜ GÖSTERMELİ
Türkiye’nin bu konuda diplomasinin bir uzantısı olarak sert gücünü her daim masada göstermekten başka her iki ülkeyi de ikna edecek argümanları elbette mevcuttur. Lakin hegemon güç romantik anlayıştan ziyade, hedeflerini gerçekleştirecek realist hedeflerin peşinde olacaktır ve açıktır ki iki ülke ile kazan-kazan anlayışı kapsamında elde edilebilecek birçok kazanım potansiyeli mevcut olduğu gibi, çıkarlarımızın çatıştığı birçok hususun varlığı da bir hakikattir.
PUTİN’İN GÜVENLİ BÖLGE HESABI
ABD’nin ne anladığı da anlaşılamadı henüz ama Rusya ne anlıyor sizce güvenli bölgeden?
Rusya güvenli bölgeyi Türkiye’nin sınır güvenliği gibi dar bir kapsama hapsederek Suriye hedeflerini gerçekleştirmek ve bu konuda kendi siyaseti için engel olma potansiyeli olan Türkiye’yi de belirli bir pozisyonda sınırlamak istiyor. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz derken öte yandan Adana Mutabakatını gündeme getirerek olayı Rejim ile Türkiye arasında bir sınır güvenliği noktasına indirgemek istiyor. Oysa Türkiye, Esed tarafından korunan Suriye sınırında kendisini terörden arındırılmış ve rahat hissedemez. Esed’in sınırlarımızın dibine gelmesi demek hem rejim üniforması giymiş YPG demek, hem Türkiye’de ikamet eden 3 buçuk milyon Suriyelinin ilanihaye Suriye’ye dönmemesi demek.
SURİYE’DE TERÖR İÇİN VAHA YARATILDI
İdlib mutabakatında sorun mu var?
İdlib mutabakatı icrası sahaya kolayca yansıtılamayacak bir mutabakat oldu. Çünkü iç savaşın başından itibaren rejimin hiçbir uluslararası hukuk kuralına uymayacak şekilde kendi vatandaşlarını dünyanın gözü önünde katletmesi ve topraklarından sürmesi, Suriye’de radikalleşme süreçlerine adeta motor gücü oluşturdu. 2013’ten sonra Suriye her türden radikal örgüt için adeta emniyetli bir vaha haline getirildi. Getirildi diyorum, zira bu, istenilen sonuçları almanın da yoluydu. YPG gibi bir terör örgütü Batı kamuoyuna bu sayede pazarlandı ve DEAŞ’a karşı mücadele eden ve Batı’yı DEAŞ ve NUSRA’nın şerrinden koruyan yegane seküler güç algısı yaratıldı. İslamafobik ve ırkçı dalganın esir aldığı Batı’da yaratılan bu algı, şu an İdlib kırsalında yaşanılanlarla tahkim ediliyor.
RADİKALLER BATI İSTİHBARIYLA İÇİÇE
Evet, İdlib bölgesinde kontrolü epey güç olan radikal örgütler mevcut ve açıkçası bu örgütlerin lider kadrolarının Batı istihbarat örgütleriyle içli dışlı olduklarını biliyorum. Şimdi bu yapılar ve ilişkiler yumağı kullanılarak İdlib’te mutabakat metninin şartlarının yerine getirilmediği ileri sürülüyor. Böylece muhalifler açısından çok değerli bu son noktanın da rejime devri ve Türkiye’nin kendi sınırlarının güvenliği için askeri harekatlarla elde ettiği kazanımları zorlama yönünde olaylar köpürtülüyor. İdlib’e yönelik hedef gözetmeksizin yapılacak bir askeri harekat Türkiye’ye yönelik göçü tetikleyeceği için Türkiye’nin Menbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelen dikkati başka noktaya çekmek ve enerjisi sömürülmek isteniyor.
ASTANA SÜRECİNİN FİŞİ KİMİN ELİNDE?
Astana sürecinin akıbetini Rusya nasıl görüyor?
Astana’nın fişini çekmek için son derece azimli bir ABD ve Batı ayağı olduğunu Rusya pekala iyi biliyor, açıkça da zikrediliyor. Astana süreci ve bölgenin en dinamik üç ülkesinin ortaya koyduğu vizyon çökertilir ise, sanırım bu husustan en fazla zararı en başta Rusya görür. Zira Astana sürecinin fişinin çekildiği bir yerde Türkiye ve İran olmaksızın Rusya’nın Suriye coğrafyasındaki kazanımlarını sadece Esed ile sürdürebilmesi de pek mümkün gözükmemektedir.
ÜÇ ÜLKE İÇİN DE LÜTUF DEĞİL KAZAN KAZAN
“Kuşkusuz her ülke dışarıdan yapılan açıklamaları kendi çıkar perspektifinden değerlendirir. Mesela Rusya’ya ait bir savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi sadece Türkiye’yi Suriye coğrafyasında güçten düşürmedi, Rusya’yı da Türkiye olmaksızın bir siyaset geliştirmeye zorladı. Dolayısıyla Astana süreci, Rusya’nın İran ve Türkiye’ye sunduğu bir lütuf değil karşılıklı kazan-kazan ilişkisine dayanan bir modeldir. Fiş çekilirse üç ülkenin de kazan-kazan noktasından siyaset üretemeyecekleri anlamı da çıkar.”
NEOCONLARIN ÇEVRELEME PLANI İFLAS ETTİ
ABD Başkanı Trump Suriye’den çekileceklerini açıklayalı bir aydan fazla oldu ama bu çekilmenin ne takvimi, ne yöntemi netleşmedi. Ne de “güvenli bölge”den ne anladıkları anlaşılabildi. Trump’ın kararlılık açıklamalarına ve yaşanan istifalara rağmen çok sayıda çatlak ses ve çelişkili ifade var hala. Ne oluyor sizce?
Suriye’den çekilme kararı konusunda ABD Başkanı’nın kararına rağmen Amerikan savunma sanayisinin başını çektiği savaş lordları, özel askeri firmalar ve bunlar ile iç içe geçmiş Pentagon’un generalleri ile Ortadoğu’da İsrail merkezli yeni yapılanmaları hayata geçirmeye yeminli NeoCon tayfanın Trump’a karşı son derece sert bir direnç gösterdiğini söylemek asla mübalağa sayılmaz.
Aslında Trump hala muktedir olamamış bir iktidarın başı olarak, Suriye’den çekilmeyi uzun süredir düşünmesine rağmen bunu hayata geçirme gücüne sahip değildi. Şimdi Trump’ın aldığı geri çekilme kararı, bu grupları epey zora sokmuş olmalı ki, hem Savunma Bakanı Mattis hem de çağdaş Lawrence olarak gördüğüm Brett McGurk istifa etmek zorunda kaldı. Özellikle McGurk’ün o günden bu yana Amerikan medyasında Türkiye’ye karşı kinini kusacak açıklamalar yapması Trump’ın aldığı kararı ciddiye almamızın bir gerekçesi sayılabilir.
ABD AKLI, İSRAİL LOBİSİ RAHATSIZ
Bir de şu husus unutulmamalıdır ki, bölgedeki 2000 Amerikan askerinin Irak coğrafyasına çekilmesi, ABD’nin Suriye’den çekilmesi anlamına gelmez. Suriye’ye yönelik istediği anda kapsamlı bir hava harekâtı icra etme yeteneği varken ve bölgede her an dengeleri değiştirecek askeri üstlenmesi varken, ABD Suriye’den çekiliyor demek çok akıllıca bir tespit değil. Peki o zaman neden bu kadar gürültü kopuyor ABD içerisinde? Çünkü PYD ve YPG denilen terör yapılanmasının mızraklarının ucuna takabileceği ABD bayrağı bölgeden çekiliyor. Bu ABD’nin uzun bir zamanda bu yana Suriye’de Türkiye’yi çevrelemeye çalışan siyasetinin de çöktüğünün tescili olacak. İşte bu husus derin ABD aklını ve İsrail lobisini son derece rahatsız eden ana unsur.
“DEAŞ PATLATIR, PKK-PYD BAKAR” TİYATROSU
Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ne zaman konuşsa tuhaf şekilde bir saldırı oluyor Suriye’de. 14’ündeki telefon görüşmesinin ardından Münbiç saldırısı oldu, 20’sindeki görüşmeden sonra da Haseke’de. Mesaj kimden kime gidiyor?
Aslında Trump’ın çekilme kararının hemen sonrasında uzun bir süreden beri patlama olmayan bölgelerde birden patlamaların olması, bu işin ne kadar kontrolde götürüldüğünün de bir ispatı. Ama doğrusunu söylemek de gerekirse çok iptidai bir yöntem. Bu şekildeki patlamalar ile DEAŞ’ın hala diri olduğu ve PYD’ye ne kadar ihtiyaç duyulduğu algısı oluşturulmaya çalışılıyor. Ama şu unutulmamalıdır ki bu patlamalar aynı zamanda PYD’nin bir terör örgütü olarak diğer terör örgütleri ile mücadelede ne kadar yetersiz olduğunun da ispatıdır. Erdoğan’ın Moskova ziyaretinde bu patlamaların ipinin kimin elinde olduğuna yönelik zikrettiği cümleler bizim dillendirdiğimiz görüşleri de desteklemektedir.
PKK DESTEĞİNİN BEDELİNİ AVRUPA DA ÖDER
Doğrusunu söylemek gerekirse kısa bir zaman dilimi içerisinde Avrupa’da tekrardan bu türden saldırıların olma ihtimali çok yüksektir. Çünkü sadece bu yöntemler ile Suriye dahil Ortadoğu’da varlıklarını meşru hale getirebileceklerini iyi biliyorlar ve öteki olmadan yaşama şansı bulunmayan Batı medeniyetinin 11 Eylül sonrası sahaya sürdüğü İslamafobik öteki algısının güçlenmesi için buna ihtiyaçları var.
FIRAT’IN DOĞUSU ÖNCEKİLER GİBİ
Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapacağını ilan ettiği ve tahkimatını da yaptığı askeri harekat nasıl etkileniyor bu süreçten? Harekatın gecikmesi felaket olur diyenler var?
Hem Fırat Kalkanı Harekatı hem de Zeytin Dalı Harekatı diplomasinin tüm olanakları sonuna kadar kullanılmadan sahaya yansıtılmadı. Sanırım burada da aynı vizyon ve felsefe ile hareket ediliyor. Aslında çok da doğru hamleler, zira bugüne kadar ne ABD’nin bölgeden çekilmesi gerçekleşti, ne de sahada oluşabilecek boşluğu doldurabilecek halihazırda bir güç var ortada. Bu şartlarda belirli bir optimum sürenin beklenmesinde diplomasi anlamında bir beis yok. Lakin sahada şartlar değişmeye, farklı güçlerin sahadaki pozisyonlarını bizim aleyhimize değiştirmeye başlandığı istihbarat raporlarına yansımaya başlarsa daha fazla gecikmenin telafisi zor şartlar ortaya çıkarabileceğini düşünüyorum.