ABD’nin bazı devletleri cezalandırma süreci sertleşerek devam ediyor. İlk bakışta yaptırım ve ambargolardan, parasal manipülasyonlardan ve petrol fiyatlarındaki düşüşten Rusya’nın ve İran’ın etkilendiği görülüyor.
“Batı” kapısının kapanma baskısı, Rusya ekonomisi üzerinde son derece olumsuz etkiler yaratmış durumda; dolayısıyla yaptırımların kısmen sonuç verdiği ve küresel patronun kim olduğunun hatırlatıldığı söylenebilir. Bununla birlikte yaptırımların Rusya’yı mahvetme, çökertme ya da muhtaç etme gibi bir amacı olduğundan emin olmak zor.
Ekonomik olarak zora düşen Rusya’da siyaset de bu süreçten etkileniyor. Toplumun büyük çoğunluğu giderek daha fazla “batı” karşıtı hale geliyor, daha milliyetçi bir eğilime sürükleniyor, üstelik hükümet de yeterince önlem almamakla suçlanıyor. Diğer bir ifadeyle Putin’in milliyetçiliği bile halkı kesmiyor. Putin, kola ve hamburger yemeden de yaşanabileceğini söyleyerek ABD menşeli firmalara boykot uygulanacağını ima etse bile, bunun ekonomiye ne katkı sağlayacağını açıklayamıyor.
Rusya’nın “Batı” ile kavgasının maliyeti yüksek oldu, daha da olacak gibi. Ancak bu süreçten tek zarar gören Rusya değil.
Ayrılacak yollar
Rusya-Batı kavgasının esas nedeni, Rusya-Avrupa ilişkisiydi. Tüm bu süreç esasen Rusya-Avrupa ilişkisine büyük zarar verdi, dolayısıyla Avrupa da bu sarsıntıdan payına düşeni alıyor.
Rusya ticaretinin yarıdan fazlası Avrupa ileydi, yaptırımlar nedeniyle bu hacim düştü. Dolayısıyla Avrupa yeni pazarlara ihtiyaç duyar hale geldi. Petrol fiyatları düştü, ama yine ambargolar nedeniyle Avrupa’nın Rusya olanaklarından yararlanması sınırlı kaldı. Dolayısıyla Avrupa’nın, özellikle de Almanya’nın başka yerlerden enerji teminine bakma dönemi başladı. Kısacası Rusya için Avrupa kapısı kapanırken, Avrupa için de Rusya kapısı kapandı.
Bu koşullar altında Avrupa Rusya dışındaki diğer “Doğu”ya yönelebilir; ancak orada da yolun başını Türkiye tutuyor. Türkiye’yi by-pass’layıp ilerlemek istese, bu kez de Avrupa’nın karşısına ABD’nin bizzat müdahil olduğu Irak, Suriye, İsrail, Mısır engeli çıkıyor. Türkiye’yi kapsama alanına alsa, bu sefer de hazmı zor olan bir genişlemeyle karşı karşıya kalınıyor.
AB’nin Türkiye konusunda uygun momentumu kaçırarak üyelik sürecini sallantıya sokmasının bedeli pek ağır oluyor.
Kısacası, Rusya’nın cezalandırılması süreci esasen AB’yi tarihinin en stratejik kararlarını vermeye zorluyor. Bu karar, AB-ABD bağının sıkılaştırılması ve Türkiye’nin bu eksene dahil edilmesi hakkında.
Birleşecek yollar
Öte yandan bu süreç Rusya’yı da bir yana itmeye zorluyor ve bu yakada Çin ile ittifak bulunuyor.
Çin-Rusya yakınlaşması bir tarafta, AB-ABD koalisyonu öteki tarafta olsun tezi, esasen ABD’deki cumhuriyetçilerin yaklaşımıydı; bugün zorlanan bu gibi gözüküyor. Çin-Rusya işbirliğinin sınırlarını ise Pakistan ve Afganistan’da sürekli ABD müdahalesini meşru kılacak işler yapan Taliban, Hindistan, Japonya, Avustralya tutuyor. Zayıf halka ise Doğu Akdeniz’de.
İşte tam bu noktada durumu kritik iki ülke var; bir İran diğeri Türkiye.
Söz konusu süreç devam ederse bu iki ülkenin aynı anda aynı yakada olmalarına pek izin verilecek gibi gözükmüyor. Türkiye “Batı”yı, özellikle de Avrupa’yı karşısına alırsa, İran Avrupa ile yakınlaşacak; Türkiye Avrupa ile uyuma girerse İran Rusya’ya yapışacak.
AB ülkelerinin bu konudaki kararsızlığı, her gün yeni kayıplara yol açıyor. Ancak anlaşıldığı kadarıyla karar vermesi gereken tek taraf AB değil; Türkiye de yeri-yönü konusunda açık mesaj vermek durumunda. Aksi halde Türkiye, Rusya ya da İran’ın kararlarına ya da büyüyecek toplumsal risklere veya yeni dış baskılara bakarak yön çizmek durumunda kalacak.