Türkiye ve Rusya arasında ‘hava sahası ihlali’ üzerinden başlayan kriz, taraflardan gelen karşılıklı açıklamalarla yatışmış görünüyor. Ankara, bu ihlallere en üst düzeyde ve sert tepki verirken de iki ülke ilişkilerindeki devamlılığa işaret etti.
Öte yandan konuyla ilgili Rusya tarafından gelen iki önemli açıklamaya kısaca göz atalım. Rusya’nın NATO daimi temsilcisi Aleksander Gruşko, ‘Türkiye ile Rusya’nın birbirine düşman olmadıklarını ve Moskova’nın Ankara’ya kesinlikle bu gözle bakmadığını’ ifade etti. Gruşko devamında şunları dile getiriyor: ‘Biz Türkiye’yi tehdit olarak görmüyoruz. Bizim Rusya olarak da Türkiye’ye yönelik temin ederim askeri açıdan en ufak kötü bir niyetimiz yok. Son günlerde yaşanan hava sahası ihlali olayları gereksiz biçimde siyasileştirilmiştir.’
Rusya’nın AB daimi temsilcisi Vladimir Çijov, Brüksel’den yaptığı açıklamada daha net mesajlar verdi: ‘Türkiye bizim için dost ve yakın ortağımız olan bir ülke. Türkiye ile Rusya arasında yakın ilişki sadece enerji kaynaklarıyla sınırlı değildir. Birbirimize bağlı olduğumuz daha bir dizi faaliyet alanı var. Bu bağlamda Moskova’nın Ankara ile görüşebilmesi için tüm kanalların açık olduğunu, açık tutulduğunu hatırlatmak isterim.’ Vladimir Çijov’un önemli bir isim olduğunun da altını çizelim.
Kuşkusuz bu açıklamalar, Rusya’nın Suriye üzerinden başlattığı yeni hamlenin sıradan ve öylesine bir adım olduğunu göstermiyor. Aksine, Ankara’yla yaşanan hava sahası ihlalleri dahil tüm adımlar, Moskova’nın bölgesel anlamda büyük bir hesabın peşinde olduğunun göstergesi.
Bir önceki yazıda Rusya’nın son onbeş yıla damgasını vuran dış politikasından kısaca söz etmiştim. Bu politika, belki eski Sovyet sınırlarını yeniden işgal etme amacını gütmüyor ama; en hafif deyimle buraları kontrolde tutmayı hedefliyor. Suriye başlığı ise, çok eski bir sıcak denize inme politikasının uzantısı olmanın yanı sıra, uluslararası sisteme kendi kalelerini teslim etmeme kararlılığını da ifade ediyor.
Peki, tüm bunlar, Rusya’yla geniş bir parantezde yer alan Çin’i de hesaba kattığımızda ne anlama geliyor? Sözgelimi Putin, Ukrayna hamlesiyle Kırım’ı ele geçirmiş olsa da, gerçekten de Kiev ona tamamen itaat etmiş durumda mı? Yoksa bu durum yeni bir bölünmeyi beraberinde getirecek ve Kiev giderek daha fazla mı Batı’ya yanaşacak?
Ukrayna hamlesinin, en azından ekonomik anlamda Rusya’ya pahalıya mal olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunun taraflar açısından ne kadar sürdürülebilir olduğu, bir yandan Avrupa’nın enerji ihtiyaçlarıyla ilgili alternatiflere, diğer yandan Rusya’nın Çin’e doğru yönelen yeni ve büyük yatırımlarının bu zararını ne kadar giderebileceğine bağlı.
Rusya-Çin ilişkileri, göründüğünden daha karmaşık kuşkusuz. Bu iki ülkenin küresel bir güç merkezi oluşturduğu ve bu yönüyle ABD’ye meydan okuduğu ya da okuyacağı tezi ise, Çin’in gidişatına bakıldığında pek tutarlı görünmüyor.
Çin, öncelikle Rusya’nın giderek kendisine bağımlı hale gelen konumundan memnun. Ancak öte yandan kendi gelişim seyrini Amerikan gücünün aleyhine şekillendirdiğini söylemek, bizdeki Avrasya abartmalarından başka birşey değil.
Devasa bir nüfusla ve Rusya’dan çok daha farklı bir üretim modeli, modernizm yorumu ve dünyaya entegre olma gayreti ile Çin, düşündüğümüzden çok farklı bir yere doğru gidiyor. Buradan bakınca Rusya’nın Çin’le ortak dünyaya meydan okuduğu tezini anlamlı bulmak hiç ama hiç kolay değil.