Rusya krizi, Rusya’nın sadece Türkiye ile yaşadığı müstakil bir sorun olmaktan ziyade; 2008’den bu yana aktif bir şekilde, 1999’dan bu yana ise ilan edilmeyen ancak bölgesel ve küresel olarak büyüyen bir meselenin parçasıdır. Bunda, Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin şümullü bir Rusya stratejisinin ortaya çıkmamış olmasının payı kadar, Rusya’nın da post-Sovyetler Birliği dünyasına geçişindeki sıkıntılar da bulunmaktadır. Bir yönüyle, büyük ölçüde 20. yüzyıl zihinsel kodlarıyla hareket eden Rusya, zaman zaman tarihsel arka planının girdaplarından çıkmakta zorlanmaktadır.
Geride kalan süreçte, Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle gerçekleşmesi beklenen Rus normalleşme ve demokratikleşmesi oldukça sorunlu bir şekilde işledi. Batı büyük ölçüde bu süreci sessiz bir sevinçle izleyerek, zahmetli olması için de boş durmadı. En önemli konu başlığı olan ‘nükleer silahsızlanma’ meselesi, ilk anda heyecan yaratan bir normalleşme yaşadıysa da, tehdit yönetimini ‘nükleer silahlar dışına’ taşıyacak bir noktaya da kalıcı anlamda ulaşmadı.
Rusya da, normalleşme sürecinde isteksiz davranmakla kalmayıp, küresel varlık gösterdiğini düşündüğü bütün alanlarda sorunları büyüten aktör olmaktan geri durmadı. Bu yönüyle Rusya post-Soğuk Savaş ve post-Sovyetler Birliği dönemine yönelmek yerine, neo-Soğuk Savaş dünyasında neo-Sovyetler Birliği reflekslerine yönelmeyi tercih etti. Bu durum, Rusya’nın siyasi ve ekonomik toparlanmasını ‘geleceği inşa edecek bir perspektifle’ ele almaktan ziyade, geçmişi tamir ve ihya etmenin ötesine geçmeyen eğilimini güçlendirdi.
Rusya açısından ilk kırılmanın işareti olarak görülen 1999 Kosova müdahalesi sonrasında, Rus siyasal bakış açısı bütün bölgesel ve küresel sorun alanlarında benzer tepkileri verdi. 2008’de Gürcistan’a müdahalesi, Doğu Avrupa füze savunma sistemine verilen tepki, post-Sovyet ülkelerinin Batı ile kurduğu yeni ilişkilerin ve NATO genişleme stratejisinin Rusya’da sebep olduğu refleksler, Rusya’nın, Soğuk Savaş dünyasına ‘ilan edilmemiş bir biçimde’ daha fazla yaklaşmasına yol açtı. Bunun yanı sıra, bütün bu gelişmelerin Rusya tarafından salt jeopolitik ilişkiler içerisinde okunmasını aşacak düzeyde psikolojik kimliğini içine alan, 17. yüzyıldan bu yana Batı ilişkilerini de harmanladığı bir sosyal muhayyilenin ortaya çıkmasına yol açtı. Travmaların, savaşların, ideolojinin ve emperyal tahayyülün iç içe geçtiği sarmaldan ‘güçlü Rusya’ çıkarma isteği, stratejik hedefe dönüştü. Kısa sürede bu toparlanma hayata geçmeyince de, arka bahçesi olarak gördüğü coğrafyalarda, sahip olduğunu düşündüğü tarihsel lisansa yaslanarak müdahaleler, savaşlar ve işgaller gerçekleştirmeye başladı.
Rusya’nın attığı adımlardan ‘nasıl bir stratejinin’ ortaya çıktığını anlamakta zorlanan bölge ve dünya ülkeleri, tabiî olarak Rusya müdahalelerini Putin yönetimi üzerinden kişiselleştirmek durumunda kaldılar. Moskova da bu kişiselleştirmeyi sahiplenerek derinleştirmekten geri durmadı.
Bu bağlamda, Rusya’nın 2008’den bu yana yaptığı müdahalelerin gerçekten sadece emperyal, ideolojik veya güç gösterisi olduğunu tespit etmek kolay değildir. Çünkü Rusya’nın aynı anda emperyal müdahaleler yaptığı iddia edilebileceği gibi, oldukça dağınık bir jeopolitik yol haritası ortaya çıkartan, istikameti muğlak ve oldukça kötü hesaplanmış adımlarla hareket ettiği de söylenebilir. Yaraları görünenden çok daha büyük olan Çeçenistan’dan Gürcistan’a, Ukrayna’dan Kırım’a, Suriye’den İran’a Rusya’nın müdahil olduğu ve varlık gösterdiği bütün alanlarda Rusya adına kazanımdan ziyade bölgesel, küresel ve ekonomik yüklerin oluştuğu inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
Gelinen nokta itibarıyla, Rusya’nın kendi kendisine ördüğü sorunlu jeopolitik sarmaldan nasıl çıkmayı düşündüğü kadar, Batı’nın Rusya ile Soğuk Savaş dünyasını aşan bir perspektiften konuşup konuşmayacağı da belirli olacaktır. Bu aşamada, Rusya ile kendine özgü ve kurucu bir ilişki geliştirmeyi başarmış Türkiye arasında yaşanan sorunun çözülmesi, bütün paydaşlara ciddi bir siyasal alan açma potansiyeli taşımaktadır. Rus siyasal muhayyilesi ‘stratejik hedeflerin’ kısır döngüsünden sıyrılıp şümullü bir ‘bölgesel stratejiye’ geçişi başardığı oranda yeni bir sayfa açılabilir. Elbette aynı sorumluluğu Batı’nın da gösterdiği bir senaryoda!