ST.PETERSBURG- Dönüp, baktım, 1989 yılının kış aylarıymış... Bir grup gazeteci, dönemin ikinci süper gücü Sovyetler Birliği’ne yeni bir dönem açan Gorbaçov’un yaptıklarını görmek için Moskova’daydık... Manzara, 1917 yılında yaşanılan olağanüstü bir devrimle insanlık tarihinde o güne kadar görülmemiş bir sayfa açmayı başaran bir devlet açısından hayli bulanıktı...
Kendini yenileyemeyen bir sistem... Amerika ile yaşanılan rekabette ülke kaynaklarının büyük bölümünün silahlanma- ya ayrılması... Diğer yanda “proleterya” için işbaşı yapmış bir devletin giderek çürümesi... “Fakirlikte bile eşitliği sağla-yamayan” büyük bir çöküş!..
Kulakları çınlasın, Çetin Altan’a, “Başlangıçta büyük ve güzel bir rüyaydı ama insanlar uyandıkça giderek kabusa dönüşüyor” dediğimi hatırlıyorum. O, her zamanki ele-avuca sığmaz haliyle gri Moskova’ya şöyle bir bakıp yanıtlamıştı: “Bu Ruslar’ı asla yabana atma... Bugün Sovyetler çok zor günler yaşıyor olabilir veya çökebilir de... Osmanlı da kaynadı gitti işte... Ama bir devletin içine süper güç mekanizmaları bir kez girmişse, o devletin her çöküşten sonra kendini toparlayıp tarih sahnesine çıkması kaçınıl- mazdır. Bugün çökerler, yarın toparlanır eski makamlarına otururlar...”
Çarlık başkentinin penceresinden...
St.Petersburg’un bundan yaklaşık 300 yıl önce dönemin çarı Büyük Petro tarafından temelinin atıldığı ada, Peter ve Paul Kalesi olarak adlandırılıyor. Adanın ortasındaki Peter ve Paul Katedrali, çarlık ailesinin bütün fertlerinin mezarlarının bulunduğu bir yer... Son yıllara kadar son Çar ve ailesinin mezarları yoktu, şimdi özel bir odada yapılmış mezar ile saygı görüyorlar.
Ada’nın giriş kapısından bir-kaç yüz metre yürüdüğünüzde karşınıza gelen bina Lenin Müzesi...Bolşevik Devrimi’nin lideri, sürgünden dönüp devrimin ateşini yaktığı konuşmayı bu binanın balkonundan yapmış... Şimdi, yaşlı kadın bekçilerinin oturdukları yerde uyudukları, kendi haline terk edilmiş bir hali var... Peter ve PaulKatedrali ise dolup taşıyor...
St.Petersburg, Çarlık Rusyası’nın ihtişamını yansıtan olağanüstü bir kent...Dev bir imparatorluğu başkenti olarak tasarlandığı hemen belli oluyor...
“Askeri güç” üzerine şekillenmiş, iddialı bir devletin yüzüyle karşılaşıyorsunuz...
Bugünün Rusya’sı gibi...
Türkiye-Rusya denklemi...
Rusya’nın bugüne kadar uzanan gelişiminde en önemli karakter Çariçe Katerina’yı kabinesinin üyeleriyle birlikte gösteren dev heykelin detayında, Osmanlı bayrağının ayak altında olması geçmişin kanlı hesaplaşmalarının sembolü niteliğinde...
İlginç... Türkiye ve Rusya, 21’inci yüzyıla yaralarını sarmış bir şekilde, kurumsal mekanizmalarında “eski süpergüçlerinin bütün işaretlerini taşıyarak” girdiler. Türkiye’nin attığı minik bir “bağım- sız adımın” bile “neo-osmanlıcılık” hezeyanları ile karşılanması bundan...Özellik- le 19’uncu yüzyıldan 20’nci yüzyıl sonlarına kadar uzanan tarih dilimi, iki devlet açısından da kanlı mücadelenin tarihi olarak da adlandırılabilir...
Eğer Türkiye ile İran, “aynı evde büyüyen, yaşları birbirine çok yakın iki erkek kardeş” ise, sanırım Türkiye ile Rusya “aile büyüklerinin aralarına gizli rekabet koydukları amca oğullarıdır...”
Yani...
“Potansiyel çatışma riski” yüksek ama, kimse diğerine parmağını uzatamıyor...
Bu nedenle, Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın, bu hafta Moskova’da Vladimir Putin ile gerçekleştireceği görüşmeden kimse “rahatsız edici” bir sonuç beklemesin...
Taraflar, aralarındaki görüş ayrılıklarına karşın, asla birbirlerini “sinirlendirecek” bir tutum içinde olmayacaklardır...
Suriye, yol ayrımı...
St.Petersburg’da sohbet ettim gazeteci dostların ülkelerinin Suriye politikasına salt “dünya enerji dengeleri” açısından yaklaşmaları dikkat çekici... Onlara göre Putin, Suriye’deki rejim değişimi sonrasında Doğu Akdeniz’de doğabilecek yeni petrol ve doğalgaz havzasının kimin elinde kalacağından endişeli... Üstelik, muhtemel bir Kerkük-Lazkiye petrol boru hattını da önlemekte kararlı... “Bunu yapabilir mi?” yönündeki sorumuza sessiz kalmayı tercih ediyorlar... Ama, devletlerinin artık bir “Petro-devlet” olduğunu ve Rusya’nın geleceğinin dünya enerji dengelerine dayandığını kabul ediyorlar... Türkiye açısından Suriye ise, bütün bu denklemlerin ötesinde sınırındaki ağır istikrarsızlık demek... “Enerji imparatorluğu” için milyonlarca insanın yaşamını gözden çıkarabilen “yeni tarz küresel egemenlik”arayışlarından çok farklı bir yapı içinde Türkiye...
Erdoğan-Putin buluşmasının seyrini ben de çok merak ediyorum...