Suriye, artık bir Afganistan... Belli ki, barıştan söz etmemiz için yüksek hayallere sahip olmamız gereken, “savaşa kurgulanmış” bir coğrafya...
Kazananı var mı? Tek devlet haricinde yok... O coğrafyada aktif olarak yer alıp, olayları yönlendirmeye çalışan her devletin ağzında buruk bir acı bırakan bir “kan limanı” artık...
Kuşkusuz, bu savaşın en büyük kaybedeni, 15 Mart 2011 günü elinde silah olmadan, barışçı gösterilerle demokrasi talep eden halkına tanklarını süren diktatör Beşar Esed... İşi böyle kolay halledeceğini düşünmüştü, bugün ne ülkesi var ne de doğru-dürüst bir devleti...
Rusya ve İran’ın bölgedeki işgallerini meşrulaştırmaya yarayan berbat bir ihanet portresinden başka bir anlam taşımıyor...
Nüfusunun yüzde 14’ü Müslüman olan Rusya, artık, İslam coğrafyasının yüzde 85’ini oluşturan Sünni nüfusun nefret hedefi halinde... İran ise Müslümanlar açısından kendi emperyal hedefleri doğrultusunda Rusya ve Çin gibi devletlerle işbirliği yapan ve Müslümanlar’ın öldürülmesine neden olan bir “ihanet” kurumu... İslam, 11’inci yüzyıldan bu yana, hiç bir gün, Suriye’de düştüğü duruma düşmedi, son İran-Suud gerginliği ile kendi içinde bu ölçüde mevzi kazmadı...
Kuşkusuz, Suriye savaşının en büyük kaybedeni İslam dünyasıdır...
Bu süreçte, geleneksel kibirleriyle kanlı bir senaryonun her aşamasında seyirci kalan Avrupalılar ve savaşı bırakın önlemeyi, sonunda Rusya’nın tankı topuyla bir ülkeyi işgal etmesini durdurmaktaki çaresizliği ile Amerika da savaşı kaybedenler grubunun diğer cephesi...
Onlar sayesinde, Türkiye, hiç hak etmediği çok kritik bir dönem yaşıyor... Güneydoğusu “Suriye sendromu”nun kanlı sarmalında, diğer yanı, Bayırbucak Türkmen coğrafyası, Rusya’nın bombardımanının altında...
Oysa, aşağıdaki fotoğrafın benzerinin yaşandığı bir Ağustos 2013 günü, bu iki kişi farklı ve daha doğru bir karar alsalardı, bütün bunlar belki de hiç yaşanmayacaktı...
ABD’nin önde gelen siyasi yayın organlarından Politico’nun deneyimli gazetecisi Glenn Thrush’ın Obama’nın yanında elinde kırmızı dosyasıyla görülen Beyazsaray kurmayı Denis McDonough’un portresini yazarken yakaladığı bir detaydan söz ediyorum. Obama, Beşar’ın Guta’da kimyasal silah kullanmasından sonra “kırmızı çizgilerini” çiğneme ve ülkeyi bombalamama kararını tam böyle bir anda McDonough’un tavsiyesi ile vermiş...
İkilinin, Beyazsaray bahçesinde, sütunlu koridorda yürüdüğü bu an, yalnız Suriye’nin değil, bütünüylü Ortadoğu’nun kaderinin yeniden çizildiği bir an aslında...
Artık, Denis McDonough’un Obama’ya o yürüyüş sırasında, “Ruslar’ın Suriye’yi kimyasal silahtan arındırma teklifine zaman verelim ve bombalama kararını Kongre’ye aktaralım” dediğini biliyoruz...
İsrail’in Washington eski büyükelçisi Michael Oren’in “Müttefik” isimli kitabından anladığımız kadarıyla, daha sonra İstihbarat Bakanlığı yapan günümüzde İsrail Enerji ve Su Bakanlığı’nı yürüten Yuval Steinitz’in hazırladığı bir planın bu kararda etkili olduğu açık bir gerçek... Steinitz, Beşar’ın kimyasal silah stoklarının Rusya’ya aktarılmasına dayanan ilk planı hazırlayan isim...
Yaşanılan gelişmeler, fotoğraftaki ikilinin yalnız İsrail’e yarayan ama, bir ülkeyi bütünüyle yok edip, çevresini de tahrip eden bir bir karar aldığını gösteriyor.
Türkiye bu süreçte bir “kaybeden” mi, hayır, ama kuşkusuz en çok hırpalanan ülkelerden biri...
Anladığım, Ağustos 2013, yalnız Suriye açısından değil, Türk-Amerikan ilişkileri açısından da çok ciddi bir kırılma noktası, 4 Temmuz 2003’te Irak’ta yaşanılan “çuval” olayını derinleştiren büyük bir “güven” bunalımı...
Sanıyorum, Obama, Ankara’yı Başika’daki Türk askeri için aradığında Erdoğan’ın 10 yıl arayla yaşadığı bu anıları canlanmıştır...
Suriye savaşı, iki komşumuz, Rusya ve İran’la ilişkilerimizin derin sarsıntıya girmesine neden oldu ama, Amerika’ya karşı güçlenen “güvensizlik” duygumuzun tamiri de hayli zaman alacak gibi...
Millet olarak ağır bir sınavdan geçiyoruz...