Suriye’de iki yılda yüz bine yakın insan öldü; 500 bini Türkiye’de olmak üzere 2 milyona yakın kişi komşu ülkelere sığındı; bir o kadarı kendi ülkesinde nispeten güvenli bölgelere göçtü.
Rejim, halkın ‘reform’ isteğini baskı ve tutuklamalarla kırmaya çalıştığında ‘diplomasi diliyle’ durdurma imkanı vardı. Türkiye buna çalıştı, yalnız kaldı.
Rejim, işi giderek cinayetlere, katliama ve düzenli orduyla sivil halkın üzerine bomba yağdırmaya vardırdığında ‘söz’ hala etkili olabilirdi; Türkiye bunu zorladı, yalnız kaldı.
Hayırsız baba evlatlarını döverek, zehirleyerek öldürüyor, kapı komşusu dışında mahalleden tepki gelmiyordu.
Rejim, halkını tek tek öldürmek yerine kimyasal silahla toptan temizlemeye kalkınca ‘medeni’ mahalleden nihayet ‘ses’ çıktı.
Çünkü ‘kimyasal silah’, ucu kendilerine de dokunabilecek bir tehditti.
Ses çıkarmalarının tek nedeni buydu; katliamlar değildi.
Böyle olduğu, Rejim’in ‘silahları vereyim, susun’ teklifine ‘hımm bak bu olabilir’ cevabıyla ortaya çıktı.
Özetle;
Suriye, kırk yıl önceki ‘iki kutuplu dünya’nın soğuk savaşını hala sürdürdüğünü gösteren bir savaş alanı oldu.
ABD Başkanı Obama, durumu tespit etmede sıkıntı yaşamıyor: “Suriye’de, Esad rejimi kimyasal silahları kullandı.”
Bunun cezasız kalması halinde neler olabileceğini de biliyor: “Eğer biz harekete geçmekte başarısız olursak, Esad rejimi kimyasal silah kullanmayı durdurmakta hiçbir neden görmeyecek. Bu silahlara yönelik yasaklar aşınırken diğer tiranlar da zehirli gazlar kullanırken ikinci kez düşünmek için bir neden görmeyecek. Zamanla askerlerimiz kimyasal silah savaşıyla yüz yüze kalacak. Terörist örgütler bunları kullanabilecek. Bu bizim kabul edebileceğimiz bir dünya değil.”
Buna ancak ‘güç’le karşılık vermek gerektiğini de görüyor: “Bu nedenle ‘askeri eylem’le cevap verme kararı aldım. Askeri eylemin amacı Esad’ı kimyasal silah kullanmaktan caydırmak ve dünyaya bu silahların kullanılmasını hoş görmediklerini açıkça belirtmektir.”
Ancak Obama, durumun bu kadar net olmasına rağmen ABD’nin ‘tek başına’ harekete geçemeyeceğinin de farkında: (Rusya’nın ‘Esad kimyasal silahları teslim etsin, askeri operasyon olmasın’ teklifi) “Bu girişimin askeri güç kullanmadan kimyasal silahların ortadan kaldırılması potansiyeli var. O yüzden Kongre’den askeri güç yetkisine yönelik oylamayı ertelemelerini istedim. Putin ile istişareye devam edeceğim. BM araştırma ekibinin 21 Ağustos’ta ne olduğuna dair bulgularını rapor etmesi fırsatını vereceğiz.”
Rusya ve Çin’in Suriye üzerinde ‘tek başına tavırlarını belirleyen’ bir stratejik çıkarı yok. Rusya’nın üssü, bir demokratik yönetimde de mevcut yönetimde kalabilir.
Ancak daha önemli bir gerekçesi var bu iki ülkenin.
Doğu Bloku dağıldıktan sonra SSCB’nin mirasçılığını üstlenen Rusya’nın ‘Batı’ karşısında sözünü geçirdiği tek bir konu olmadı.
Batı, eski SSCB devletlerini içine aldı, bütün blok ‘demir perde’yi yıkan kapitalizmin etkisine girdi.
Çin, komünist bir kapitalizme (!) dönüştü...
Bugün Suriye’de, Rusya ABD’ye karşı gücünü ortaya koyan ve ‘Batı’yı hizaya çeken bir ‘kutup’ olduğunu iddia ediyor yeniden.
Ve Rusya Devlet Başkanı Putin, bunu açıkça New York Times gazetesine yazıyor: “Suriye konusunda yaşanan gelişmeler dolayısıyla ‘ABD halkına’ ve ‘liderlerine’ doğrudan hitap etme ihtiyacı hissettim.”
Ve önce gücünü gösteriyor: “Kimse, BM’nin kaderinin, (1. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ancak 2. Dünya Savaşı’nı engelleyemediği ve yeterli yaptırım gücü olmadığı için 1946’da çöken) Milletler Cemiyeti gibi olmasını istemez. Eğer etkili ülkeler BM’yi bypass eder ve BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan askeri güç kullanırsa BM de aynı kaderi yaşayabilir.”
Sonra da Obama’ya ‘ayar’ veriyor: (Obama’nın ‘Amerika’yı farklı yapan şey, bizi ayrıcalıklı kılıyor’ sözüne karşı) “İnsanları, kendilerini ayrıcalıklı görmeleri için teşvik etmek son derece tehlikeli. Hepimiz farklıyız ama Tanrı’nın bizi eşit yarattığını unutmamalıyız.”
Durum budur.
Fillerin gözünde çimenlerin ezilmesi teferruat bile değildir.