Bu tabir, NATO 75. Yıl Zirvesi başlıklarının en tepesinde yer alıyor. Anlaşılan o ki Soğuk Savaş ruhu yeninden canlandırılmak isteniyor; hatta bundan da ileriye gidilerek geçtiğimiz sene üye ülkeye bir saldırı olursa savunmak için 300.000 askerin 'yüksek hazırlık' halinde tutulması kararının da ötesine geçilip 4 Mayıs 2024 tarihli "Hızlı Yanıt" ile 17 Mayıs 2024 tarihli Polonya'da yapılan "Steadfast Defender" yani Kararlı Muhafız tatbikatı ile tabiri caizse bir tür 'sıcak temas' hazırlığı yapılıyor. Çünkü sızdırılan haberlere göre Rus bombardımanı durumunda bir yandan Yunanistan ve Türkiye üzerinden 'kara koridorları' ile kuvvetlerin Balkanlara, diğer yandan da Hollanda-Almanya-Polonya hattından ve İskandinav ülkeleri olan Norveç-İsveç-Finlandiya üzerinden sevk edilmesi planlanıyor. Yani adım adım 'savaşa' yürünüyor.
Batı ittifakı bir yandan bu hazırlıkları yapıp 'ikonik' 75. Yıl Zirvesi'ne hazırlanırken bir yandan seçimlerde çıkan 'yükselen sağ' gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalıyor. Bu, hem bu kadar 'zaman ve efor' gerektiren 'iç tehdit' varken bir 'dış tehdit'e ne kadar 'zaman ve efor' harcayabileceğinin sorgulanmasına da yol açarken yaklaşan ABD seçimlerinde olası bir '2. Trump' dönemi yaşanması ile ittifakın daha da 'çatırdama' riski hali hazırda varlığını koruyor.
Rusya da hamlelerinin hem dozunu hem de sıklığını artırıyor. Rusya, Ukrayna'nın Rus topraklarına artan saldırıları nedeniyle S-500 hava savunma sistemlerini başta Kırım olmak üzere ülkenin çeşitli noktalarına konuşlandırma kararı alırken diğer bir taraftan da 'Küba Füzeler Krizi 2.0' yükleniyor. Çünkü Rus nükleer denizaltısı 'Kazan'ın Küba'nın Havana limanına giriş yaptığı haberleri düşüyor. Bu gelişmeler, 'tarih tekerrür etmese de olur' dedirtiyor. Ancak ne yazık ki iki taraf da 'tansiyon düşürücü' ve 'itidal çağrısı' yapan hamleler yerine 'tansiyon artırıcı' ve 'gerginliği tırmandırıcı' hamlelere başvuruyor.
Tüm bu gerginliğin ortasında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın Rusya ziyareti ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile sayısız analize konu olan ikonik masanın 'uzun' değil 'kısa' kısmına gelecek şekilde 'karşılıklı oturarak' görüşmesi, hem zamanlaması hem de 'tek' girişim olması açısından büyük önem taşıyor. Türkiye, Kırım ile başlayan süreçteki son 10 yılda sadece Karadeniz'in batı yakasında değil doğu yakasındaki krizlerde de 'yapıcı' rolüyle hem 'güvenlik sağlayan ülke' konumuyla öne çıkarken kalibresini daha da artırarak sadece bölgesel krizlerde değil 'tahıl krizi' gibi küresel krizlerde de 'yapıcı' ve 'her iki taraf açısından kabul gören' TEK aktör konumuna gelmesi, giderek gerginliğin arttığı günlerde bir nebze de olsa 'nefes' alınmasını sağlıyor. Çünkü tarihte yaşanan iki dünya savaşı gösterdi ki barışı korumanın maliyeti savaş yapmanın bedelinden her zaman çok çok daha az.