Önceki gün tarihi bir olaya şahit olduk. Hamas ile İsrail arasında imzalanan ateşkes anlaşmasından sonra esir takasını ekranlarda seyrettik. Gelecek nesiller bu olayı, "falan tarihte başladı, falan tarihte bitti, şu kadar ölü, şu kadar yaralı..." diye tarih kitaplarına düşülen küçük bir not olarak okuyacaklar. Tıpkı bizim, geçmişte yaşanan nice büyük, nice kader tayin edici hadiseyi birkaç satırda tüketmemiz gibi. Belki de bir "Prime Time"da birkaç dakikalık bir görsele sığdıracaklar, bizim gibi. Özellikle biz, medyanın etkisiyle artık görsel nesliyiz. Görselin ötesini pek merak etmiyoruz. Hatta zaman kaybı gibi görüyoruz.
O yüzden bütün bir dünya, savaş boyunca Gazze'de yıkılan evlere, gökten yağdırılan bombalara, cenazelerini çıkarmak için enkazı tırnaklarıyla kazan insanlara, çığlık atan kadınlara, "ruhunun ruhunu" yitirdiği için ardından gözyaşı döken, sonra kendisi de ruhunun peşinden giden dedelere, Gazze'nin kuzeyinden güneyine, güneyinden doğusuna, doğusundan batısına... Gün gün, saat saat sürüklenen kalabalıklara odaklandı. Bir görsel şölen gibi seyretti. Doğal olarak İsrail'in dinmeyen öfkesinin nasıl bir zaferle sonuçlanacağını bekledi. Dün, gördüğümüz manzara görsel neslinin kıymet ölçülerini altüst eden türdendi. Öldürülenlerin, baldırı çıplakların, canlarından başka silahları olmayanların, yalnız koyulanların, aç biilaç bırakılanların, yağmurlara, bombalara, fırtınalara terk edilenlerin, tufanın çocuklarının nasıl bir kasırgaya dönüştüklerini, kanın kılıca galip geldiğini gözleriyle gördüler. Tel Aviv sokaklarında matem türküleri, Gazze evlerinde zılgıt sesleri yükseliyordu.
Enkazın altında boğuldukları, tünellerde öldükleri veya ölümle pençeleştikleri düşünülen Kassam savaşçıları en yeni kıyafetleriyle, son model arabalarıyla, -hem de 7 Ekim 2023 hücumunu gerçekleştirdikleri arabalarıyla- ortaya çıkıverdiler. İki senedir sabırla kendilerinin arkasında duran halklarıyla kucaklaştılar. Dünya, medya, görsel nesli şokta... İsrail sokağının ağzını bıçak açmıyor. İsrailliler, demek ki bizim anlı şanlı ordumuz, sadece binaları bombalamış, diyorlar. İlk bırakılan İsrailli üç esirin tutulduğu yer ise, İsrail ordusunun kontrolü altındaki bölgenin yakınında, adeta gözlerinin önündeymiş.
Zaferi, çok cana kıymak, çok ev, çok okul, çok hastane yıkmak, insanları derbeder etmek, aç biilaç bırakmak gibi algılayan görsel nesli anlamakta zorlanacak ama buna sonun başlangıcı denir. İsrail'in, Müslümanların birinci dünya savaşında aldıkları ağır yenilginin şokunu atlatamadıkları süreçte gelip konduğu topraklarda yıldırım zaferler elde ettiği günler artık geride kaldı. İlk defa İsrail, bir imparatorluğun değil, güçlü bir devletin değil, yıllardır ambargo altındaki bir halkın ciğerparelerinin kurdukları bir örgütün saldırısıyla sarsıldı. Kıymet ölçüleri değişti bu yüzden. Bugünden sonra İsrail'in bu topraklarda tutunması mümkün olmayacaktır. Çünkü Gazzeliler bu toprakların gerçek sahipleri olduklarını kanıtladılar. Öldüler, enkaza gömüldüler, ama topraklarını terk etmediler, gitmediler. Gazze'nin yaşadığı yıkımın yanında sözü edilemeyecek bir saldırı sonrası en az elli bin Yahudi bir daha geri dönmemek üzere İsrail'i terk etti, arkasına bakmadan gitti. Daha da gidecekler. Çünkü bu toprakların sahipleri değiller. Bir toprağın uğruna ölüyorsan eğer o toprak senindir çünkü.
Hamasın, Kassam tugaylarının, Kudüs seriyyelerinin ötesinde, Gazze halkına şükran borçluyuz. Kıymet ölçülerini altüst ettikleri için. Bizim kitaplarda üç beş satır olarak okuduğumuz hakikatleri kanlarıyla gözlerimize soktukları için. Sabrın, özgürlüğün, direnişin, kişiliğin, erdemin, yiğitliğin, cihadın, imanın, tevhidin ne olduğunu gösterdikleri için. Gazzeliler, siz Kur'an'ın yirmi birinci yüzyılındaki tefsirisiniz. Siz ruhumuzun ruhusunuz. O pak alnınızdan öpüyorum.