"Kocam bir gün ruhsatını devletten aldığı silahıyla hepimizi öldürecek. Öldüresiye dövüyor. Günlerce elimi kolumu oynatamıyorum. Bazı geceler de yatağın başına geliyor, elindeki televizyon kumandasını yatağın kenarına vurarak ‘döverek ölmüyorsun ama ben seni de çocukları da öldüreceğim!’ diyerek nöbet tutuyor. Yatağın içinde hiç kımıldamadan yatıyorum, sadece dudağım kımıldıyor ama kocam fark etmiyor ağzımın kımıldadığını. Sürekli Ayet-el kürsü okuyup üflüyorum Rabbim bizi korusun diye.”
Bu satırları okuduğunuzda ne hissettiniz? İkisi erkek dört çocuk annesi 30 yaşındaki Zeynep’in anlattıkları karşısında oturduğum yerde yığılıp kaldığımı ve yerimden kalkamadığımı söylemeliyim.
***
Zeynep zaman zaman bana ev işlerine yardıma geliyor. Dün kitapların üzerinde duran, Hülya Avşar’ın, Bergüzar Korel’in ‘şiddetin yüzü’ fotoğraflarının bulunduğu gazeteyi alıp ‘bak bizim gibi olmaya çalışmışlar makyaj yapıp, dayak yiyen kadınları anlamak için yapmışlar haberlerde gördüm ama nasıl anlayacaklar ki’ diye sordu.
Ben şaşkınlıkla bakarken Zeynep ‘Sen dayak yesen, elin yüzün mosmor insan içine çıkabilir misin” diye soruverdi.
Zeynep’in daha düne kadar ‘şiddet gören’ bir kadın olduğunu bilmiyordum.
“Benim kocam akıllı yüzüme vurmuyor. Ben halime şükrediyorum, en azından insan içine çıkabiliyorum. Ama eltim benim kadar şanslı değil. Evlenmeden önce, bembeyaz bir teni vardı ki bakmaya kıyamazdın. O bakmaya kıyılamayan yüzü kocası yıllardır yumruklaya yumruklaya neredeyse yüzü nasır bağladı. Eltim dayak yediği zaman, kömürlükten kömür almaya çıkamazdı. Buz gibi evde otururdu. Günlerce öylece aç susuz, yüzünün iyileşmesini beklerdi. Ben yakın oturuyorken, evinin önündeki kömürlükten tenekeye kömür odun alır, kapıya bırakır ve kapıya kömür bıraktım diye seslenir eve giderdim. Dayak yiyen bir kadın bırakın fotoğraf vermeyi dışarı çıkamaz. Kaç zamandır sizinle tanışıyorum ben size bir şey anlatabildim mi?
Bir ay önce evdeki her şeyi kırıp döküp pencereden dışarıya attı. Öldüresiye dövdü beni. Ölün gidin soğuktan, ısınmayacaksınız bugün diye bağıra bağıra, elektrikli sobayı çöpe atmaya gitti. Bütün apartman yaşadığımız işkenceye şahit oldu. Elektrikli sobayı dışarıya atmaya çıktığında komşuma ‘polisi arayın polisi arayın’ lütfen diye yalvardım. Polis filan gelmedi. Kimseye söylersen, gidip şikayette bulunursan öldürürüm diyor çünkü. O gün bir umut ışığı doğmuştu bizim için. En azından ‘komşu görmüş ben nereden bileyim kim şikayet etti’ diyebilme şansım vardı ama komşumuzun kocası engel olmuş, bizim arayıp çağırdığımızı öğrenirse bize de bir şey yapar diye...”
***
Seni rahatsız etmeyeceksem anlatabilir miyim dedikten sonra daha neler anlattı sonrasını algılayamadım bile. Hemen “Hadi gidip eşyalarını toplayalım burada kalırsın, içeriye attıralım, olmadı doktora götürelim” demeye başladım elimde telefon telaşla birilerini aramaya kalkıştım.
“Beni öldürmek mi istiyorsun abla” dedi. Kendilerince buldukları şiddetten korunmanın yollarından bahsetti. Kendisine bir şey olursa 15 yaşındaki kızının diğer kardeşlerine nasıl sahip çıkacağından bahsetti.
En çok içimi burkan ise “Kocam bir gün ruhsatını devletten aldığı silahıyla hepimizi öldürecek. Devlet nasıl ruhsat veriyor, niye ruhsat veriyor ki abla” sözleri oldu.
Günboyu ‘çözüm ne olabilir’ diye konuştuk. Tonlarca çözüm yolu tıkandı kaldı ‘Zeynep ve çocuklarına’ zarar vermemek adına. Şöyle mi yapsak dediğim her şey havada asılı kaldı.
Gerçekten ne yapmak gerekiyor. Bu ailelere nasıl ulaşmak lazım?
Şiddet gören ve her gün öldürülme korkusuyla nefes alıp veren kadınlara zarar vermeden onlara çözüm bulmanın yollarını bulmamız gerekiyor ama nasıl?
“Sığınma evine gidemem orada da gelir beni bulur” diyor.
Bir tarafta, dün medyada ‘Ayşe Paşalı pozu’ verip haber olan Hülya Avşar’ın bugünde o POZU verdiği için pişman olduğunu açıkladığı haberler var.
Beri tarafta ise şiddetin izlerinin silinmediği, feryatlarının üzerlerine albasması çökmüş hayatlar.