İran’ın, bugün ihtiyaç duyduğu yıllık enerji ihtiyacının tam 13 misli güneş enerjisi potansiyeline sahipken, ısrarla nükleer enerji alanında yatırım yapmasının mantıklı bir açıklaması olabilir mi? Hayır...
Ülkenin, “teknik açıdan güvensiz” kabul edilen Buşehr’deki nükleer santrale yatırdığı para bugüne kadar 11 milyar dolar. Santral, enerji ihtiyacının yalnız yüzde 2’sini karşılıyor. İran’ın, enerji hatlarının bakımsızlığından kaybettiği elektrik ise toplam tüketimin yüzde 15’ine ulaşmış durumda. Ülke, nükleer santral için harcadığı paranın çok azıyla enerji hatlarını çağın teknolojisine kavuştursa, yüzde 15 kar edecek. Ama yapmıyor. Neden?..
Sovyetleşme eğilimi...
Günümüz gençliği yakın tarihi mercek altına alan kitaplardan okuyabilir, ama bizim kuşak yaşadı... Sovyetler Birliği, 1991 yılında bu tür bir yönetim mantığı nedeniyle yok olup gitti. Moskova’daki ana siyasi yapılanma, “1917 Devrimi”ni koruma esasına dayanıyordu, “dış ve iç düşmanlar” önemliydi, bu nedenle, sürekli silahlanma, balistik füzeler, nükleer kapasite ve dünyanın herhangi bir yerinde bir hesaplaşma yaşanıyorsa oraya müdahale gerekiyordu. Bir kuşak Sovyet subayları, Angola’dan Vietnam’a, Ortadoğu’dan Afganistan’a savruldular durdular.
Zamanla “sistemin maliyeti”, halkın toplam üretiminin üzerine çıktı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin son Genel Sekreteri Mikhail Gobraçov’un söylediği gibi, “Avrupa’daki tüm orduların toplamından fazla tank ve topa sahip olan, Mars’a insanlı uçuş yapmaya hazırlanan bir süper güç, ev kadınlarına buzdolabı veremez hale geldi...” Zaten, dağılma da bu sözden sonra başladı...
İran’ın bugün sergilediği tablo da budur. Sistem, her geçen gün, “devrimi” taşıyamıyor.
Halkın genel durumu...
İran’ın nükleer programı için son 10 yılda yaptığı harcama, 100 milyar doları aşmış durumda. Bu para, Sünni Arap coğrafyası ile çevrili bir Şii Devrimi’ni dış tehditlere caydırıcı kimlik için harcanıyor. Balistik füze programı başta diğer harcamalarının rakamları tam olarak bilinmiyor ama, ulusal gelirin büyük bölümünü yok ettiği biliniyor. İran halkı, Suriye Savaşı’nın ülkelerine olan maliyetini tam olarak bilmiyor, tıpkı Sovyet halklarının 1979-1989 arasındaki Afganistan işgalinin maliyetini bilmedikleri gibi... Devrim Muhafızları üzerinden Hizbullah gibi örgütlere aktarılan askeri bütçeler de büyük bir sır, ama, bütün bu harcamalar, “devrimi ayakta tutma” gayretinin bir parçası...
Pekiyi, ya halk?
İran halkı, -%1 büyüyen petrol ve doğalgaz ihracatı zeminli bir ekonominin içinde, genç işsiz oranının %30’a dayandığı, ulusal para birimi Riyal’in peşpeşe gelen devalüasyonlarla değer kaybettiği, enflasyonun yıllık yüzde 45 düzeyinde sürdüğü, en hayati ilaçların bile karaborsada bulunduğu, yolsuzluk ve rüşvetin kurumsallaştığı bir ülkede yaşıyor. İran İstatistik Kurumu’nun resmi verilerine göre, 10 milyon İranlı fakirlik çizgisinin altında (açlık noktasına yakın), 30 milyon İranlı ise fakir olarak yaşıyor. Ülke nüfusu, 76 milyon. Bu durum, yaşanılan ekonomik ambargo nedeniyle her geçen gün biraz daha zorlaşıyor, ülke, özellikle yetişmiş beyin göçüyle karşı karşıya...
Nereye kadar?..
Dini lider Hamaney’in, yeni Cumhurbaşkanı Ruhani’nin Amerika ziyaretinde çizdiği tablodan memnun kalmaması, “devrimin mirasçılarının”; İran halkına bedel ödetmekteki kararlılığını gösteriyor. Ülke kaynaklarının askeri/nükleer harcamalara yönlendirildiği, sokaktaki insanın ise bunun bedelini sürekli yaşamından keserek ödediği bir sistemden söz ediyoruz. Sürdürülebilirlik şansı var mı? Yok...
Ruhani’yi, sertlik yanlısı Ahmedinecad’ın hemen ardından cumhurbaşkanlığına taşıyan halkın iradesi, sokaktaki insanın, artık ülkede değişimin yolunu açmakta kararlı olduğunu gösteriyor.
Belli ki, İran Devrimi, yaşlanmış. Tıpkı Sovyetler Birliği gibi...
Ruhani, bir Gorbaçov olabilir mi?..
Anlamlı bir değişim programını yürürlüğe koyabilecek siyasi gücü var mı?
Hayır...
Ama...Son, cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın yüzde 28’i, seçimi “rejimin tiyatrosu” gördüğü için sandık başına gitmedi, gidenlerin yüzde 50’si de “reformcu” kimlik taşıdığı için Ruhani’yi tercih etti.
Bu insanların bir gün gerçek değişimin yolunu açacakları kesindir...