12 Eylül 2010’da halkın yaptığı anayasa değişikliğine hayır cephesi açanlar ne diyordu: “Bu anayasa değişikliğiyle 12 Eylül darbesinin yargılanacağı fasa fisodur.”
Ama 12 Eylül 1980 darbesi yargılanmaya başladı.
Bu kez ne dediler: “Bu dava bir yere varmaz. Neden 28 Şubat’ı yargılamıyorsunuz?”
Ardından 28 Şubat soruşturması başladı.
Bu kez de cılız sesler yükseldi: “27 Nisan’ı da araştırın, görelim.”
Gidişata bakılırsa o da uzak değil.
Olmazlar olmaya başlayınca rövanş, intikam alınmasın kampanyası açıldı. Aklı başında herkes adalet arayışının intikama dönüşmemesi gerektiğini zaten söylüyor. Ama hala Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, bir şekilde AKP’ye yakın görülen herkese “rövanş olmasın, intikam olmasın” dedirtme çabası sürüyor. Tacize varan baskıdan bunalanlar, “Yahu yargılayan ben değilim. Ama illa benden duymak istiyorsanız, vallahi billahi tallahi bence de intikam olmasın, rövanşa dönüşmesin” deyip duruyorlar.
Bunu söyleyince taciz bitmiyor, aksine, “Darbeler soruşturulsun ama kimseye dokunulmasın”a doğru genişliyor. (Bu bile CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “AKP intikam alıyor” açıklamasının yanında makul kaldı.)
Kimi AK Partililer de kampanyadaki bu imaya dikkat çekiyor: “Sanki suç duyurularını, soruşturmaları, gözaltıları, yargılamayı AK Parti yapıyor, yaptırıyormuş gibi bir hava yaratılıyor. Biz sürekli ‘Haklısınız, intikam, rövanş olmamalı’ dedikçe, bunu zımnen kabul etmiş gibi oluyoruz. Böyle bir şey yok. Biz sadece darbelerin, hukuksuzlukların yargılanmasının yolunu açtık. Adalet uygulayıcıların adaleti intikama dönüştürmesi elbette düşünülemez. Bu olursa biz de karşı çıkarız.”
Savcılar önceki soruşturmalara nazaran gözaltılarda, aramalarda daha dikkatli. Tutuklananların sayısı az. Buna rağmen intikam alınıyor kampanyası, suçluluk psikolojisi ve ön alma çabası olarak algılanıyor.
Ancak rövanş olmasın kampanyasının AK Parti camiası üzerinde istenen ilk etkiyi yaptığı söylenebilir. 28 Şubat işbirlikçilerini herkesin bildiğini söylüyor, ancak sadece medyada açıkça özeleştiri yapanların ismi üzerinden konuşuyor, başka isimleri anmamaya özen gösteriyorlar.
Endişeleri “İşte bakın, intikam alınacaklar listesi çıkarıyorlar” denilmesi. 28 Şubat ve 27 Nisan süreçlerinde gerginlik çıkaran taraf olmakla suçlandıklarını hatırlatıyorlar: “Hangi partili ne dedi, hangi sözü, icraatı çağdaşlığa, laikliğe aykırı, gerginlik yaratıyor diye listeler yayınlandı. Şimdi ‘siz böyle yapmayın’ diyorlar. Bizim böyle bir talebimiz de, açıklamamız da yok. Ama o dönemlerde darbecilerle işbirliği yaparak bizi tefe koyanlar, bugün de, ‘adımızı anarsanız intikamcı diye tefe koyarız’ diyorlar.”
Sadece bir ricaları var: “Biz rövanş, intikam istemiyoruz. Bari siz de hiç olmazsa özeleştiri yapın.”
Ankara’da, bilgiye de dayanan hakim kanaat şu: 28 Şubat soruşturmasında birinci öncelik postmodern darbeye karar veren ve süreci sevk ve idare eden TSK yöneticilerinde. Tutuklamalarda karar vericilere dikkat edildiği ilk üç dalgada görüldü. Sivillerin ise ağırlıkla ifadeye çağrılması bekleniyor. Ama onlara yönelik adımı da askerlerin ifadeleri belirleyecek. Karar ve planlama trafiğinde yer alanlar ile işbirlikçiler, yandaşlar ve rüzgarda yelken dolduranlar ayrı değerlendirilecek.
Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarında bazı gözaltı ve tutuklamalara yönelik tepkiler hükümete yönelmişti. 28 Şubat soruşturması da bu bakımdan endişeyle izleniyor. İlk gözaltı ve tutuklamalarda gösterilen hassasiyet iyiye işaret. Herkesin beklentisi, adaletin keseceği parmağı doğru seçmesi, parmak keserken göz çıkarmaması...
Aksi halde sadece kesilen parmak değil, vicdan da acıyor.