Uzun zamandır uluslararası denklemde kimse bir hamle yapmıyor, yaprak kımıldamıyor, herkes nefesini tutmuş ABD seçimlerini bekliyordu. Kendisini ABD’yle yarışabilecek bir ‘güç’ gibi konumlandırmaya çalışan büyük ülkeler bile ABD seçim sonuçlarına endekslenerek beklemeyi tercih ediyordu. Neticede, taşları yerinden oynatacak sürpriz bir gelişme yaşanmadı. Obama ikinci kez zaferini ilan etti.
Seçim sonuçları birçok yönden analiz edilecek, algılar ve olgular değerlendirilecektir.
Aslında Sandy kasırgası olduğu gün ‘bu iş bitti’ diye düşünmüştüm. ‘İlahi bir dokunuş’ gibi yaşanan bu olayın, bir nebze de olsa siyasete etki yapmaması mümkün değildi. Çünkü toplumsal psikoloji, afet ortamında iktidar değiştirmeyi bir risk olarak algılar. Afetler elbette her iktidar için büyük bir risktir, sürecin kötü yönetilmesi iktidarları ciddi şekilde yıpratabilir. Nitekim Türkiye’de geçmiş dönemlerde yaşanan depremlerde hükümetin enkaz altında kalması, siyasi bir etki yapmıştır. Ancak sıkıntılı günlerin getirdiği bir dayanışma kültürü ve siyasi hesaplaşmayı sonraya bırakma psikolojisi de vardır. Ayağına çizmeyi çekip sokağa çıkan, halkı kucaklayan yönetici profili her zaman puan alır. Halk böyle zamanlarda otorite görmek kadar ilgi de görmek ister. Obama hem devletin varlığına duyulan ihtiyacı karşılamıştır, hem de ortaya koyduğu ilgiyle halkın sempatisini artırmıştır.
***
Obama’nın tekrar seçilmesi, kendisine duyulan ‘güven ve ümit’in bitmediğini göstermektedir. Halk yetersiz de görse iyi niyetle atılan adımları takdir etmekte, ‘yarım kalmasın’ diyerek liderlerin işini tamamlamasını desteklemektedir.
Obama, dışlanan, horlanan ‘öteki’nin, azınlığın, farklılığın kendisini ‘yakın’ hissettiği bir profildir. Zenginliği, üst sınıfı temsil eden Romney ve destekçileri hem fazla ‘beyaz’ bulunmuş hem de partisi geçmiş dönemlerin olumsuz algısından kurtulamamıştır. Latinler, İslam toplumu, yabancılar, horlanan dışlanan kim varsa demokratların şemsiyesi altına girmiştir. Yabancı karşıtlığı ve dini fanatizm, farklı kimlikleriyle sisteme tutunmaya çalışan kesimleri daha özgürlükçü ve toleranslı partilerin kucağına iter. Nitekim Avrupa’da da Hıristiyan Demokrat Partiler değil Liberaller veya Sosyalistler bu kesimlerle daha fazla empati yapabilmekte ve destek alabilmektedir. Demokratların ‘soft’ tavrı, farklı kesimlerin ‘Amerikan rüyası’na daha denk düşmektedir.
Geçmiş tecrübeler, Cumhuriyetçi yönetimlerin güç merkezli yaklaşımı takip ettiğini, bir nevi ‘nizam-ı alemci’ bir perspektifle dünyaya nizam vermeye çalıştığını göstermiştir. Bu müdahaleci yaklaşımın dünyanın başına yeni belalar açabileceği kaygısı, birçok ülke halkını Obama destekçisi haline getirmiştir.
Obama’nın seçilmesi bile başlı başına ABD’ye yönelik olumlu imajı artıran bir faktör olmuştur. Türkiye’deki bütün siyasi partilerin bu yönde pozitif değerlendirme yapması da bunun küçük bir göstergesidir.
Aslına bakarsanız, herhangi bir parti başkanının ABD başkanıyla siyasi yarışa girmesi çok da kolay değildir. Başkanlık yapan bir siyasetçinin tecrübesi, birikimi, bakış açısı ve ekip zenginliği gibi birçok imkanı doğal olarak kendisine büyük avantajlar sağlar. Bu yüzden ABD Başkanlarının ikinci dönem seçilme ihtimali her zaman daha fazladır.
Obama’ya açıktan cephe açan çevrelerin çıkan sonuca göre nasıl bir tutum takınacağı ve Başkan’ın bu durumu nasıl değerlendireceği de merak konusudur. Özellikle Romney’e tüm imkanlarıyla destek verdiği söylenen Yahudi lobisine atfedilen büyük güç ve karşı konulmazlık vasfı bu yarışta ciddi şekilde çatırdamıştır. İsrail’deki mevcut hükümet, istediklerini yaptıracakları bir Başkan’dan ziyade makul çözümü destekleyen bir Başkan’a göre pozisyon almak durumundadır.
Obama, iktidarda olduğu halde değişimi temsil ettiğinden kazanmış, Romneymuhalefette olduğu halde statükocu gibi algılandığından kaybetmiştir.
Bu sonuçla, Türk-Amerikan ilişkilerini daha parlak günler beklediği düşünülebilir.