Erdal Bey, Enişte kontenjanından aileye dahil olmuş bir garip âdemdi. En büyük meziyeti hanımını çok sevmesiydi. Hanımı yani annemin kuzeni olan Neriman Teyze ise sevildiğini bilip de yaramazlığı elden bırakmayan şirret kız çocukları gibiydi. Nazlanmak da bir ilimdir. Herkes nazlanamaz. Ama Neriman Teyze bir nazlanırdı ki seyretmelik işler olurdu.
Neymiş efendim yeşil başlı ördeğin tüylerinden bir manto yaptıracakmış. Olacak şey mi Allah aşkına? O mübarek hayvanı seyredersin, uğruna türkü yakarsın ama kürk manto yaptırmak nasıl bir hevestir? Erdal Enişte’nin vardı böyle lüzumsuz işleri. Kendisi annemin kuzeni ile evliydi. Enişte kontenjanından aileye dahil olmuş bir garip âdemdi. En büyük meziyeti hanımını çok sevmesiydi. Hanımı yani annemin kuzeni olan Neriman Teyze ise sevildiğini bilip de yaramazlığı elden bırakmayan şirret kız çocukları gibiydi. Nazlanmak da bir ilimdir. Herkes nazlanamaz. Ama Neriman Teyze bir nazlanırdı ki seyretmelik işler olurdu. Mobilyalar senesini bulmadan değiştirilirdi. Kahve içmeye Yemen’e gideceklerdi de orası pek sıcak olur diye vazgeçtiler. İtalya’dan mutfak getirtilmişti de görmek için ziyarete gitmiştik. O ziyaret boyunca evdeki hizmetçi kızdan daha çok dönmüştü etrafımızda Erdal Enişte. Ayak masajı yapacak Çinli bir kız da gelmiş o gün. Kızı çok övmüşlerdi ve annem gıdıklandığı için kıkırdayarak ayak masajı yaptırmıştı da bir hafta ayaklarının üzerinde basamadıydı. Dedik ya nazlanmak da bir hüner. Maddi problemleri yoktu ve para harcamanın mastırını yapıyorlardı.
Erdal ve Neriman çiftinin tek çocukları annemin “erik kurusu” dediği Ayça idi. Kendisi Amerika’da edebiyat doktorası yapıyordu. Neriman teyzemiz çok kızardı. “Edebiyat dediğin evde yapılmaz mı ki ta Amerika’ya gittin? Hem de kendi edebiyatın bile değil ecnebilerin edebiyatı. A benim saf kızııım o romanları yazan ecnebilerin yarısı sarhoş kızım onların ağız kokusunu çekmek için bu kadar sürünülür mü?” Neriman Teyze’nin böyle kendine has yaklaşımları vardı. Kimin aklına gelir bu romanı yazan sarhoş muydu ayık mıydı diye düşünmek. “Edebiyat evde yapılmaz mı?” deyişine de çok gülmüştüm.
Maddi problemleri olmayan bu çiftin bir merakları da lezzet haritası takip etmekti. “Falanca yerde közde patates yapılıyor kabuğu soyulmadan çıtır çıtır yeniyor” dediler mi arabaya atlayıp gidiyorlar. Orada yapılan ne kadar lezzet varsa yiyorlar ve muhakkak oranın kaymakamı, belediye reisi, kim varsa tanışıyor, kaymakam beyi devlet büyükleriyle, belediye başkanını ulusal basınla tanıştıracak bağlantılardan bahsediyor, eş dost çevresini genişletip ve sayısız fotoğraf eşliğinde geziye son veriyorlardı.
O gezilerden Erdal Enişte avcılık merakı ile dönmüştü. “Filan yerde bir ağır ceza reisi varmış. Adam Afrika’ya ava gidecek kadar bu işe tutkunmuş...” Neriman Teyze dalgasını geçiyordu; “Erdal da askerdeyken atış çavuşu imiş. Takım taklavatı tamamladı ay kendini vurmasa bari...”
Ama Erdal Enişte dalga geçilmesinden zerrece hicap duymazdı. Elinde çifteli tüfek, ağzında purosu ile dolaştı ortalıkta. Ama Neriman Teyze tüfekten korkuyordu. “Havan batsın Erdal bizi vuracaksın kaldır şu tüfeği” diyordu. Erdal Enişte’nin rahmetli dedesi de inatçılığı ile meşhurmuş kendi de öyle bir kuru inatla yaşardı. “Seni seviyorum Neriman. Ama içimdeki avcıyı bastırmayı isteme benden.” diyordu. Sonunda avcılık safarisi için bir haftalık bir seyahate çıktı. Neriman Teyze elinde yelpaze serinlerken bir yandan da söyleniyordu. “Senin ne işin olur avcı kısmıyla. Onların attığı tuttuğu bir keklik, o da ne sana ne bana yar olmaz demişler. Ayrıca yazık değil mi o hayvancağıza?”
Erdal Enişte uzun hikayeler ve bir yeşil başlı ördek ile döndü avcılık macerasından. Hikayelerini anlatmak istedi ama Neriman Teyzem; “Barut kokulu hatıraların senin olsun Erdal, sen yakında avcı yeleğiyle dolaşırsın evde. Ne diyeyim sana ben...?” diyordu. Fakat bir gelişme oldu. Erdal Enişte ilk avı olan yeşil başlı ördeği doldurarak evin baş köşesine koydu. Ve Neriman Teyzem nasıl olduysa, “Ördeğin yeşili çok güzelmiş” demiş. Sen misin bu diyen? Enişte ördek avına merak sardı. “Ben soruşturdum sultanım bu ördeğin tüylerinden kürk manto yapılıyormuş. Sana da yaptıracağım. Sen yeter ki he de” “He demiyorum hiç bir zaman da demeyeceğim. Ayol şu yavrucaktan ne tüy çıkar da kürk manto yapılacak?”
Erdal Enişte “hayır” cevabını da bir çeşit nazlanma saydığı için var gücüyle av peşine düştü. Varsa yoksa yeşil başlı ördek!
Arkadaşları, avcı dernekleri, avcılıkla alakalı mecmualar, evde boy boy av hayvanı fotoğrafları her şeyiyle avcı gibiydi Erdal Enişte ama her şeyi avcı olan eniştenin kendisi avcı değildi. Attıkları hep boşa, savurup, saydıkları hep karavana idi. Ama enişte baba parası yemek dışında hayatta herhangi bir işte başarılı olamamış bir adam olarak avcılıkta başarılı olmayı kafaya takmıştı. Ve bir de bahanesi vardı tabi; yeşil başlı ördeğin tüylerinden manto yapacaktı. Yerel gazeteler ve avcılık mecmuaları haber bile yaptılar. “Eşi için katlanamayacağı fedakarlık yok. Romantik avcı Erdal” şeklinde manşetlere çıktı.
Erdal Enişte’nin artık yeni bir adı vardı. “Romantik Avcı Erdal”. Kendisi ördek bulmak için sabaha kadar beklediği ve üşüttüğü günler sebebiyle epeyce bir yatakta kaldı. Sonra arkadaşlarıyla bir av partisinde yaktıkları ateş çadırlarına sıçradı ve tüm av malzemeleri yandı. Enişte bu sefer minik bir orduya yetecek kadar av malzemesi aldı. Bütün bu koşturmacaların sonunda geldiği nokta evlere şenlikti sadece üç tane ördek vurabilmişti. Aslında iki tane vurmuştu da bir tane de arkadaşından gelmişti. Yani manto işi hayal oldu...
Neriman Teyzem; “Beni hiiiç bahane etme Erdal senden manto falan isteyen yok. Avcılığında ne kadar usta olduğunu gördük. Artık bu işin suyunu çıkarma tadında bırak” diyordu.
Enişte ise ; “Son bir av partimiz olacak ondan sonra şairin dediği gibi artık dağlar bensiz ıssız ve tenha ya da melul ve tenha olacak sultanım” diyerek romantik avcılığını konuşturuyordu.
Gün geldi vakit tamam oldu. Enişte son kez ava çıktı. Arkasından okuyup üflediler. Neriman Teyzem huzursuzdu. “İçim sıkılıyor. Şu adam kazasız belasız bir dönse hayırlısıyla” diyordu.
Meğer içi sızladığı kadar varmış. Eniştem son av partisinde dillere destan bir av yapmak hırsıyla sağa sola ateş ederek, kayalardan atlayıp, derelerden sekerek acemi komandolar gibi olmuş. Sağa sola pervasız ateş edince yüksek gerilim hattının teline isabet eden saçmalar sebebiyle kablo kopmuş ve yanarak ağaçların içine düşmüş. Ağaçlardan bir kısmı tutuşunca Erdal Enişte paniklemiş ağaçları söndüreyim derken epeyce bir rezil olmuşlar. Elleri yanmış. Yüzü fosur fosur kabarmış. Neyse ki yangın sönmüş. Enişte “huf” demiş olduğu yere çökmüş kalmış. Tam o sırada çalılıkların arasında bir ördek görmüş. Usul usul tüfeğini almış, sürünerek avına yaklaşmış ve hırsla tetiğe basmış. Ve av oracığa yığılmış. “Vurdum vurdum” diye havaya zıplayan eniştenin ensesine “şırrak” diye bir tokat inmez mi? Meğer av diye kendi arkadaşını vurmuş eniştem. Bu durumu fark eden diğer arkadaşları epeyce bir yıpratmışlar enişteyi. Allah korumuş da arkadaşı hafif bir sıyrıkla kurtulmuş Romantik Avcı Erdal’ın elinden...
Şimdi o günlerden geriye salonda yan yana dizili üç ördek, camekan içinde av malzemesi ve eniştemin dilinde bitmez tükenmez av hikayeleri kaldı. Hikayelerini kimse dinlemeyince Amerika’daki kızı Ayça’ya anlatıyormuş. Ve tabi Ayça sıkılmasın diye de konuşmanın arasına yalan yanlış edebiyat soruları katıyormuş. “Kürk mantonun kendisini yaptıramadık bari romanını okuyalım, Kürk Manto’lu Madonna dediğin bu bizim şarkıcı kız değil mi Ayça?”