"İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz!”
Benim gibi bugün artık yaşı kemâle, hem de adamakıllı kemâle ermiş Türklerin küçükken ilk ezberledikleri sloganlardan biriydi bu cümle.
Kullanışlı, güzel bir slogandı.
Bütün Türkler gibi ben de kullanışlı, güzel sloganlara bayıldığım için ezberlemem zor olmamışdı.
Tıpkı; “Bir Türk cihâna bedeldir.” yâhut “Su, ateş, Türk - Üçünden ürk!” yâhut “Senolmasan târihe yazılacak ne vardı?” cümleleri gibi.
Sonra ucun ucun Türklerin pek de öyle imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle olmadıkları vâkıası kafama dank etmeğe başladı.
Meselâ benim gibi okuldaki haftada bir ders saati, yâni 45 dakıyka müzik dersine ek olarak iki saat de bir enstrüman çalma dersi alanlar gerçi bu dersden karnelerine 10 alıyorlardı ama okul yöneticilerimizden birinin, henüz sol anahtarıyla İngiliz anahtarını ayırd etmeyi dahî beceremeyen oğlu da 10 alıyordu.
Böylece idrâk etmeye başladım ki gerçi bir Türk cihâna bedeldi ama bâzı Türkler aynı cihâna daha da bir bedel oluyorlardı.
Başka bir deyişle bütün insanlar eşitdi ama bâzıları daha eşitdi.
Bu tür “idrâk” süreçleri genç insanları ya teskîn eder ya da dehşetli huzursuz kılar.
Benim karakter örgüm teskîn olunmaya pek de elverişli değildi.
Onun için doğru dürüst adam olamadım; yazar oldum.
Tabii benim adam olamayınca ola ola ancak yazar olmam, yazarlığın, bütün adam olamayanlar için mukadder son melce olduğu anlamını taşımaz. Olsa olsa yazarların bir bakıma kalendermeşreb insanlar olduklarını ve bu yüzden kapıya zebellâ gibi bir bekçi dikmediklerini gösterir.
Kısacası bu kulübe girmek de buradan çıkmak da kolaydır.
Zor olan içeride kalmakdır diyebiliriz.
Benim içeride kalmaklığıma sebeb muhtemelen kimsenin zahmet edip de orada ne aradığımı sormak ihtiyâcını hissetmemesinden ileri geliyordu.
Birtakım sohbetlerde nâdiren ne yapdığım sorulunca uzun bir metin üzerinde çalışdığımı söyleyerek işin içinden sıyrılıyordum ama aslında cevâbım, soruyu yöneltenin bile ilgisini çekmediğinden arada kaynayıp gidiyordum.
Yazarların en önemli husûsiyetlerinden biri diğer yazarların ne yazdıklarıyla hiç ilgilenmemeleridir. Bunun istisnâlarını, herhangi bir kitabın çok satanlar listesine girmeyi başarması teşkîl eder. Yazarlar o takdirde böyle kitablarla ilgilenir ve ne kadar beş para etmez birer varakpâre olduklarını müdhiş bir belâgatle îzâh ederler ama tabii sâdece özel meclislerde. Ertesi gün aynı kimselerin aynı eserlere dâir olarak kaleme aldıkları övgüleri ve bu metinlerin ne mene birer bulunmaz Hind kumaşı olduklarını ülkenin belli başlı gazete ve dergilerinde okumanız ağleb-i ihtimâldir.
Tabii eğer sözkonusu eser bizzat yazar veyâ yayınevi tarafından berikine hediye edildiyse!
Yoksa hiçbir yazarın bu gibi fuzûlî işler için çarçur edecek parası yokdur.
Haksız da sayılmazlar!
Ben çok şükür şu âna kadar hiç böyle uygunsuz bir duruma düşmedim.
Zâten şimdiye kadar yayınlanmış herhangi bir eserim de yok.
Lâkin uzun bir metin üzerinde çalışıyorum.
Gerçi bitirmekden korkuyorum ve o yüzden işi mütemâdiyen savsaklıyorum ama bunun sebebi bu romanımın büyük bir başarı kazanarak listeleri sarsması ihtimâli.
Hani bâzı şutların ağlar yerine direkleri sarsması misâli.
Tasavvur buyrulsun; ya bu yüzden imtiyazlı bir konuma geçersem!
Kısacası “Romancier” başlığı altında şöyle bağlayabilirim:
“Bir roman yazmak istiyorum
Bir roman yazmak isteyip de beceremeyen
Bir adam hakkında bir roman
Yazmak isteyip de bir türlü
Yazamayan
Birine dâir!
İmzâ: Şâir...”