Roma’ya dört kez gittim. Her seferinde ihtişamına hayran kaldım. Kimi zaman meraklı turist oldum, kiminde Romalı gibi davrandım. Her durumda da bu kenti çok sevdim.
Nesiller boyu dünyanın merkezi olmuştur Roma. O yüzden bütün yollar Roma’ya çıkar, her gezginin yolu bir şekilde Roma’ya düşer. İtalyan yazar Silvio Negro “Roma’yı tanımak için bir ömür yetmez” der. Roma zamansız, yaşsız ve yüce gönüllü bir kenttir. Kendine hastır, özeldir, etkileyici ve güzeldir. Kim ki şöyle bir ayak basar, o an aşka düşer. Hem de ne aşk. Bir gören bir daha görmek dileğiyle gözlerini kapar, Aşk Çeşmesi’ne (Fontana di Trevi) para atar. Tam 26 metre yükseklikte ve 20 metre genişlikteki çeşme dünyanın en ünlü ve Roma’nın da en büyük çeşmesidir. İzlediyseniz hatırlarsınız, Fellini’nin La Dolce Vita’sının unutulmaz sahnelerinden birinin asıl başrol oyuncusu odur.
Kaybolmak bile keyifli
Derler ki Roma’daysanız Romalı gibi yaşamalısınız, “Si fueris Romae, Romano vivito more”. Roma’da uzun süre kalacaksanız telaşa yer yok. Her köşesi hikayelerle dolu kentin sokak ve caddelerinde sakin sakin yürüyebilir, “piazza”larındaki kafelerde kahve içip oradan oraya seğirtenleri izleyerek tarihin içinde kaybolabilirsiniz. Ben zamanım kısıtlı olsa da bu şekilde yaşamaya çalışıyorum seyahatlerimde. Ancak Roma’da geçirebilecek sadece birkaç gününüz varsa ve kente ilk kez geliyorsanız elbette bir zamanlar ‘dünyanın merkezi’ sayılan kentin tarihi yerlerini gezmek isteyeceksiniz.
Lord Byron, “Kolezyum düştüğünde Roma çöker. Roma çökerse dünya da çöker” demiş. Orijinal adı Amphitheatrum Flavium olan ve 2007 yılında dünyanın yeni yedi harikasından biri olarak ilan edilen Kolezyum, bir zamanlar gladyatör dövüşlerine sahne olan, ancak halk gösterilerinin de yapıldığı bir eğlence merkezi idi. M.S. 80 yılında yapımı tamamlanan Kolezyum, Roma’nın en çok ziyaret edilen yerlerinden. Roma’ya gelip de Aşk Çeşmesi, İspanyol merdivenleri ve Piazza Navona’yı görmeden dönmek olmaz. Aşk Çeşmesi’ne dilek paranızı atıp hatıra fotoğrafınızı da çektirdiyseniz artık Roma’nın en iyi dondurmacılarından San Crispino’ya uğrayabilirsiniz. Hava çok mu soğuk? O zaman elbet sıcacık bir kahve yahut çay içmek gerek. İspanyol merdivenlerinin hemen yanında, 1893 yılında iki İngiliz hanımın açtığı ünlü Babington’s Çay Salonu var. İtalya’da çayın sadece eczanelerden satıldığı zamanlarda Roma’da İngilizce konuşan kişilere hizmet vermek amacıyla açılan bu çay salonu eskiden yazar, politikacı ve sanatçıların buluşma yerlerinden biriymiş.
MIchelangelo’nun müzesi
“Roma bir günde inşa edilmemiştir” denir. İnşası yüzlerce, hatta bin yıllara yayılan kentte bulunan yapılar bu gerçeği doğrular. Örneğin Piazza di Rotonda, antik Roma’nın en iyi korunmuş yapılarından Pantheon’a evsahipliği yapar. İki bin yıl önce tanrılara saygı sunmak üzere inşa edilen devasa kubbeli tapınak her daim kalabalık olsa da içine girip havasını solumak, etrafa dikkatle bakmak gerek. Roma’nın en kalabalık bölgelerinden biri de trafiğin yoğun saatlerinde arapsaçına dönen Venezia Meydanı’dır. Tur otobüsleri, belediye otobüsleri, irili ufaklı arabalar, motosikletler, yayalar... Tam bir keşmekeş. Michelangelo’nun tasarladığı meydan dünyanın en eski müzelerinden bazılarını da barındırır. Palazzo Nuovo’da eski Yunan ve Roma döneminden heykeller sergilenirken Palazzo dei Conservatori sanat galerilerine ev sahipliği yapar.
Roma’da tarihle yaşam içiçedir. Yılların yaşanmışlığını barındıran meydanlar, sokaklar pek çok işlev taşır. İşte Campo de’ Fiori. Roma’nın bu çok ünlü pazaryeri gününüzün en renkli saatlerini geçireceğiniz yerlerden biri. Pek çok Romalının da sebze meyve alışverişi için uğradığı Campo de’ Fiori, bugün ağırlıklı olarak turistlere hizmet veriyor. Roma’nın tarihi bölgesinde bulunan bu meydanda pek çok restoran ve kafe de var. Yorulduğunuzda bu kafelerde bir şeyler içebilirsiniz. Otantik yemekler için ise meydandan biraz uzaklaşın derim ancak ayrılmadan meydanın ünlü fırını Forno Campo de’ Fiori’ye mutlaka uğrayıp bir dilim pizza bianca (beyaz pizza) alın. Bu pizzanın diğerlerinden farkı üzerinde domates sos olmaması. Sade pizza hamuru üzerine bir tutam kaba tuz serpiştiriliyor ve sızma zeytinyağı gezdiriliyor. Kabak, patlıcan, peynir, mantar gibi malzemelerle zenginleştirilmiş olanları da var. Hani canınız bir şeyler atıştırmak istiyorsa kapının önündeki kuyruk gözünüzü korkutmasın. Sıraya girin, beklerken gözlerinizi doyurup sıranız geldiğinde siparişinizi verin. Hava güzelse meydanda oturup keyifle yiyebilirsiniz beyaz pizzanızı...
KENTİN KALBİ TRASTEVERE
Yemeğin en güzel yerini sona saklamak gibi, ben de Roma’nın en sevdiğim bölgesini sona bıraktım. Trastevere, Tiber Nehri’nin (İtalyanca Tevere) öte yanında kalan ayrı bir kent gibi. Buralılar eskiden “Semo romani de Roma, semo Tresteverini”, yani “Biz hem Romalıyız hem de Trastevereliyiz” dermiş. Hatta daha da ileriye gidip “Trastevere core de Roma”, Trastevere Roma’nın kalbidir diyenler de çıkmış. O kadar düşkünlermiş mahallelerine. Mahalle diyorsam da Augustus dönemine kadar Roma’nın bir parçası sayılmamış Trastevere, nehrin öte yanındaysa Roma’dan sayılmaz dercesine. Oysa burası her zaman önemli bir ticari ve dini merkez olmuş. 4. ve 5. yüzyıllarda bölgede pek çok kilise inşa edilmiş. Santa Maria ve Santa Cecilia bunların en eskilerinden. Bu kiliselerin en büyük özellikleri tipik Romanesk çan kuleleri. Bugün Roma’nın en çok turist çeken bölgelerinden olan Trastevere, özellikle kalabalıklardan uzak arka sokaklarında gezindiğinizde geçmişin kapılarını aralamanıza izin veriyor. Roma’da Romalı gibi yaşamak istiyorsanız, sanki Trastevere bunun tam yeriymiş gibi. Ya da bana öyle geldi.
YAHUDİ MAHALLESİNİ GÖRÜN
Roma’nın bir diğer ilginç bölgesi de Yahudi mahallesidir, yani Ghetto. 1500’lerin ortalarından itibaren Romalı Yahudi ailelerin yaşadığı bölge bugün kentin en turistik mahallelerinden. Az sayıda kalan Romalı Yahudiler bu bölgede geleneklerini sürdürmeye çalışıyor, eski günlerdeki gibi yaşıyorlar. Tiber Nehri’nin doğusunda kalan mahallenin girişinde bulunan sinagog bugün de hizmet veriyor. Mahallede uğranması gereken adreslerden biri Piazza delle Cinque Scole’deki ufak fırın. Burada badem ezmeli makaronlarla Yahudilerin ünlü ekmek ve çörekleri yapılıyor. Koca tepsiler içinde tezgahta duran kuruüzümlü çörekleri görünce dayanamayıp bir tane almış, mahalleyi gezerken atıştırmıştım.