IŞİD’in Irak’taki yürüyüşü, peşmerge güçlerinin kontrolü altında bulunan bölgelerde daha fazla ilerleyemedi.
Ama öyle görülüyor ki, Suriye’de durum pek parlak değil. IŞİD’in PYD kontrolündeki Kobanê’yi ele geçirmek için başlattığı saldırılar devam ediyor ve civar köylerden bazılarının IŞİD’in kontrolüne geçtiği haberleri geliyor.
PYD Suriye’de, Baas rejimine karşı başlayan halk ayaklanmasının yarattığı siyasi koşullardan yararlanarak demografik bakımdan Irak Kürdistanı’na hiç benzemeyen, Arapların-Kürtlerin-Süryani ve Türkmenler’in bir arada ve neredeyse eşit oranlarda olduğu bir coğrafyayı yönetmek için, şimdi ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkan bir strateji geliştirdi. Bu stratejinin bir gereği olarak, diğer Kürt grupları Rojava’dan tasfiye edildiler. Kürtler Suriye muhalefetini desteklemekten alıkonuldu. Sonrasında üç önemli şehirde kanton yönetimi ilan edildi.
Yeryüzündeki tek Kürt statüsü, yani Hewlêr hükümeti, dünyanın ikinci Kürt siyasi statüsü gibi görünen bir statüyü tanımadı. Süreç içinde Rojava ve Hewlêr arasındaki anlaşmazlıklar hafifleyeceğine ve hep beklendiği gibi ulusal bir çıkış yolu bulunacağına, çatışmalar daha da sertleşti. Oysa Mesut Barzani, Suriye’de olaylar baş gösterdiğinde PYD dahil bütün Kürt gruplarını Erbil’e davet etti ve birlik içinde davranmaları tavsiyesinde bulundu. Salih Müslim ve PYD liderleri Hewlêr’de serbestçe çalışmalar yürüttüler. Ama ne zaman ki ‘Rojava Devrimi’ oldu, Kürt partileri arasındaki ulusal ittifak da sona erdi.
Kürtler parti çıkarları veya bir zümrenin, bir sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket ederlerse, kaybederler.
Kürt partileri arasında Kürt ulusal çıkarlarına daha yakın durduğunu gösterebilen partiler ise kazanır.
Unutmayalım ki, Arap milliyetçiliği, Baasçılığın eliyle yok edildi.
Geriye, gerektiğinde IŞİD’le masaya oturabilen aşiretler ve aynı milleti ikiye bölen mezhepler kaldı.
Kürtler’e gelince..
Türkiye’de yaşanan hikayenin bir benzeri, şimdi Suriye Kürtleri arasında yaşanıyor ve Rojava’da ‘Kürdistan’ın yoksulları adına’ sosyalist bir devrimin gerçekleştiğine inanılıyor.
Bir devrimin dostları ve düşmanları olur. Rojava devriminin en büyük düşmanı IŞİD’tir. Umarım IŞİD daha fazla ilerlemeden durdurulur. Ama eğer bu bir devrim ise, Baasçıların’da sular durulduğunda bu devrime evet demeyecekleri açıktır. Temel soru şu:
Rojava devriminin dostları neden yok, varsa bu zor zamanlarda neredeler?
Bu soruya cevap aramak, belki de boşuna.
Bir kere ‘Devrimin’ kime karşı gerçekleştiği belli değil. Baas rejiminin gözle görülür bir biçimde görmezlikten geldiği, devrimcilerin bir tek defa bile rejimin askeri güçleriyle karşı karşıya kalmadığı, Esad’ın asker-sivil bürokrasisiyle, devrimci güçlerin yan yana ve çatışmadan durabildiği, ama buna karşılık, devrim ilan edilen bölgede, başka Kürt gruplarının barınamadığı bir durumdan söz ediyoruz.
Cihangir ve Nişantaşı’ndan arada bir Rojava’ya el sallayan ‘eski tüfek’leri ve onların tuzu kuru yeni yoldaşlarını saymazsak bu devrimin dünyada dostu yok gibi..
Oysa eğer Mesut Barzani’ye ve Suriye’deki Kürt gruplara ‘düşmanca’ davranılmasaydı, şimdi Kobanê’yi savunmak için yapılan çağrıların bir karşılığı olurdu.
PYD, yönettiği bir bölgede hakikaten ulusal çıkarlara uygun davranabileceğini gösterebilir, Hewlêr (Erbil) anlaşmasına bağlı kalabilirdi.
Haberlere bakıyorsunuz ve anlıyorsunuz ki, Rojava’ya savaşmak için götürülenler, daha lise çağında çocuklar.
Ali Bayramoğlu’na gönderilen ve Ali’nin okuyucularıyla paylaştığı mektubu okuduğunuzda durumun vahametini daha iyi anlıyorsunuz: Tıp 6. sınıftan bir öğrenciyi, üstelik ölümcül bir hastalığı olan birini, Rojava’da aramak zorunda kalan çaresiz bir anne ve baba. Liseli çocukların aniden kaybolmaları ve yine Rojava’da aranmaları..
Kobanê’yi savunmak için bu ‘usuller’e bel bağlamak yerine, PYD’nin yüzünü geçeğe dönmesi ve ‘düşman kapıya dayandığında’ değil, normal zamanlarda dost arayışına girmesi ve neticeden dostluğuna kendisi gibi düşünmeyen Kürtler’i inandırması gerekiyor.
Biliyorum zor iş diyeceksiniz, ama Kobanê’yi bugün ve gelecekte savunmanın da başka yolu ve çaresi yok.