Suriye’de iç savaş patlak verdiğinde bu ülkedeki muhtemel gelişmelerin Türkiye açısından da önemli sonuçları olacağı öngörülmüştü elbette. Hiç değilse bazılarımız bunu öngörmüştü. En başta Suriye’nin artık bir “bütün” olarak kalmasının mümkün olmayacağı ve bu çerçevede ülkenin kuzey bölgelerinde yer alan Kürtlerin de -Irak’taki örneği izleyerek- bir özerklik talebiyle ortaya çıkabileceği dile getirilmişti.
Ne var ki o günlerde bu ihtimale dikkat çekenler istihza ile karşılandı. Sesi çok duyulan bazı stratejistler ve “bölge uzmanları” Suriye’de ciddi bir Kürt nüfusunun bulunmadığını, olsa bile bunların oldukça dağınık bir halde yaşadıklarını ve siyasi bir talepte bulunmalarının mümkün olmadığını anlattılar ve kamuoyunu teskin ettiler.
Bugün gelinen noktada ise “Rojava Devrimi” diye bir kavramla karşı karşıyayız. Suriyeli Kürt gruplar “batı Kürdistan” diye andıkları bölgede bağımsız veya özerk bir yapı oluşturmak üzere silaha sarılmış durumdalar. Yani “bölge uzmanları” yanılmış ve bizi de yanıltmış bulunuyorlar!
“Rojava”daki Kürt grupları arasında en aktif olanın “PKK’nın Suriye şubesi” olarak bilinen PYD olması ayrıca dikkate değer bir durum. Zaten PKK’nın silahlı kadroları içinde Suriye kökenli Kürtlerin varlığı öteden beri bilinen bir husus. Suriye’de Baas rejiminin baskısı altında yaşayan Kürtlerin çektikleri acıların intikamını almak için Türkiye’ye karşı savaşmayı seçmelerine anlam veremeyebilirsiniz ama Şam’da uzun süre Esed rejiminin korumasında varlığını sürdüren Öcalan’ın Suriye Kürtlerini ikna etmekte hiç zorlanmamış olduğu muhakkak.
Suriye Kürtlerinin tamamı PKK taraftarı değil; örgütlü yapıların bir bölümü Barzani’ye yakın, hatta bir bölümü de “Rojava’da Kürtleri katleden” Nusra Cephesi çizgisinde. Ama en aktif olan grup, dediğim gibi, PKK çizgisindekiler.
Bunların hem silahlı gücü hem de propaganda imkânları fazla. Mesela geçenlerde “Rojava’da katliam var” diye bir haber özellikle sosyal medya üzerinden bütün Türkiye’ye yayıldı ve kamuoyunda büyük bir infial doğdu. Fotoğraflar ve video görüntüleri eşliğinde sunulan haberlerde El Kaide çizgisindeki radikal Nusra Cephesi’nin sivil Kürt köylülerine yönelik katliam yaptığı söyleniyordu. Ama çok geçmeden söz konusu görüntülerin Nusra’nın değil rejim güçlerinin daha önce Kürt köylerine helikopterlerle yaptığı varil bombası saldırısına ait olduğu ortaya çıktı.
Aynı şekilde “Kürt erkeklerinin kanının, Kürt kadınlarının namusunun helal” olduğuna ilişkin bir “fetva” yayınlandığı haberinin de -her ne kadar Nusra’nın zihniyetine yakışsa da- esas olarak PKK propagandasının ürünü olduğu ortada. Nusra’nın “Kürtleri katletmek için” Türkiye’den destek aldığı iddiaları da öyle.
Bu propaganda faaliyetlerinin Türkiye’deki geniş Kürt nüfusu ve duyarlı kamuoyunu harekete geçirerek Türkiye’nin bölge politikasını dolaylı olarak etkilemeyi hedeflediği anlaşılıyor. Böylesi bir propagandanın tam da PYD güçlerinin Türkiye sınırına yakın bir bölgede “bayrak” dikme gösterisi yaptıkları zamana denk gelmesi de ayrıca dikkate şayan.
Diğer yandan özellikle İngilizce medyada Kürtlerin “şeriat getirmek isteyen gruplara karşı savaştıklarının ve laik bir düzen içinde yaşamak istediklerinin” dile getirilmesi de ilgi çekici.
Görmemiz gereken şu ki Türkiye’deki duyarlı kamuoyuna yansıtılan insanî tablonun arka yüzünde Suriye’nin kuzeyinde bazı Kürt gruplarıyla Selefi gruplar arasındaki kanlı iktidar mücadelesi var. Onların arkasında da daha büyük oyuncuların kendi aralarındaki paylaşım kavgası var.
Suriye’deki iç savaşın başladığı günden itibaren kendilerini o kavganın dışında tutan bazı Kürt gruplarının bugünlerde sahaya çıkıp özerklik taleplerini dillendirmeye başlamaları sadece fırsatçılık olarak açıklanamaz gibi görünüyor.