Pazartesi günkü yazıda, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, geçtiğimiz günlerde ABD’ye yaptığı geziden ve yeni siyasi arayışlardan söz etmiştim. Konuya devam ediyorum.
Demirtaş, bu geziye PYD lideri Salih Müslim’le beraber katılacaktı. Ama Salih Müslim’in, Erbil’e girmesi yasaklandı. Müslim Bağdat üzerinden Avrupa’ya gitti, ama Amerika için vize alamadığı için Demirtaş’ın gezi programına katılamadı.
Çok değil, bir-iki ay önce Müslim Türkiye’ye davet alıyor ve kendisiyle üst düzeyde görüşülüyordu. Hatta 1990’larda KDP ve YNK’nin Ankara’da birer siyasi büro açması gibi, PYD’nin de Ankara’da bir siyasi büro açacağı ve Müslim’in bu yollu bir talepte bulunduğu konuşuluyordu.
Müslim bu arada İsveç’te bir konferansa katıldı ve Erdoğan hükümetini El Nusra’ya destek vermekle suçladı. Suçlamanın kendisi değil belki ama Müslim’in siyaset dilinde yeri olmayan ve hakaret ifade eden sözleri hükümet çevrelerinde soğuk duş etkisi yarattı.
Aynı dönemde, Kürdistan Ulusal Konferansı’nın toplanacağı haberleri basında yer alıyordu.
Aradan çok kısa bir zaman geçti, konferansın iptal edildiği duyuruldu ve en önemlisi de Salih Müslim ve Partisi konferansın en güçlü bileşeni olacak diye yorumlar yapılırken, Müslim bir anda Kürdistan’da ve Türkiye’de istenmeyen adam ilan edildi.
BDP/PKK’nin gündeminde bugün çözüm süreci değil, Rojava baş sırada yer alıyor.
Rojava’ya yüklenen ulusal anlam ve misyon her şeyin üstünde.
Oysa, Kürtler adına Ortadoğu’da yeni bir rol arayışı bu şartlarda her şeyden önce Kürtler’in iç barışının korunmasına bağlı.
İç barışın bozulması ve güçlü Kürt partileri arasında ‘düşmanca’ tavırların artması, Kürtler’in gücünü azaltır.
Rojava Kürtler için elbette önemlidir, ama Güney Kürdistan kadar, siyasi, ekonomik ve jeopolitik bir önceliğe sahip olduğu söylenemez. Dünya’nın ‘Kürtlere Ortadoğu’da yeni bir rol verilmesi adına, Güney Kürdistan yönetimiyle kavgalı bir siyasete yüzünü dönmesini beklemek, havanda su dövmekten farksızdır.
Kürtler’in iç barışı bugün dünyanın ilgilendiği bir konu değil belki, dünyanın umurunda da değil.
Ama aynı dünya, çıkarları öyle gerektirdiği için Körfez savaşlarının bittiği tarihlerde, KDP ve YNK nin kendi aralarında barışması için çok çaba gösterdi.
KDP ve YNK arasında Waşington anlaşması böylelikle mümkün oldu.
Soru şu:
Amerika, Ortadoğu’da kendi eliyle barıştırdığı Kürt partilerinden (KDP ve YNK) elini çekip, bu partilere karşı mücadeleye hız veren yeni bir Kürt partisini niye desteklesin?
KDP’yi ABD ve Batının feda etmesi için Suriye’de Güney Kürdistan gibi stratejik ve nüfus olarak da homojen, teritoryal bir bölge ve bu bölgenin iştah kabartacak bir yer altı zenginliği mi var?
Kuşkusuz bunların hiçbirine sahip değil Rojava.
Bu gerçekler, BDP’ye Amerikan gezisinde rehberlik edenlerin, umurunda bile değil.
Dün Barzani ve Talabani’nin borusunu öttürüyorlardı bugün PYD’nin.
İstedikleri bir tek şey var: PKK/PYD’yi, Erbil ve Ankara’ya karşı aktif hale getirmek.
BDP/PYD bu gerçeği anlamadıkça, yanlış rehberlerle daha dünyada çok gezinip durur. Bu yanlış rehberlerden Türkiye’de bolca var maalesef. Otuz yıl boyunca PKK’yi ve devleti, yani her ikisini birden oyalayıp durdular. Devlet içinde itibarları kalmadı, ama PKK’de hala var. Kürt siyasetinin şimdi gerçek gündeminden uzaklaşıp, Amerika’da ve Batı’da oyalanmasını istiyorlar.
Gerçek gündemine, yani yüzünü çözüme ve Türkiye’nin siyasi gerçeklerine dönmüş bir Kürt hareketi, arzu ettikleri bir şey değil..
Geçenlerde, Öcalan’ın Avrupa’dan gelip, sağlığıyla ilgilenen bir takım kuruluşlara, ‘sağlığımla artık ilgilenmemenizi rica ediyorum, ben bu meseleyi Adalet Bakanlığıyla görüşerek bizzat çözüyorum’ dediği yazıldı. Ne kadar doğru ve anlamlı bir tavır!
Aynı davranışın Kürt siyasetince de benimsenmesi ve ‘kılavuzlarla’ filan Batı’da siyasi rol arayışı ve ‘üçüncü taraf’ taleplerinden vazgeçilmesi gerekmiyor mu?