Pilot. Yolcu uçağının pilotu değil, savaş pilotu. Ne görür yukarıdan bakınca? Ne görür, bombaları bırakacağı yere bakarken?
Gökyüzü, alabildiğine açık bir ufuktur aynı zamanda. Uçağı kullanan pilot, o hızla giderken, açabilir mi kendi ufkunu?
Her pilot, Exupery gibi, havada derin derin düşünmek zorunda değil. Askerlik bu. Emir.
Belki de adamakıllı görmüyor vuracağı yeri. Bir nokta orası. Adı ‘hedef’, içeriği yok. Soğuk, nötr bir kavram. Bilgisayar oyunlarındaki gibi!
Birisi, düşünecek. Düşünecek, karar verecek ve emredecek. ‘Vur’ diyecek. O da vuracak.
Bir pilota ‘vur’ demek kolay değil. Araştırılacak. Hedef, gerçekten hedef olacak.
Kimi vurmak gerekir, kimi vursun pilot? İnsanları öldürmeye giden birilerini. İnsanları öldürmekten gelen birilerini.
İnsanları öldürmeye niyetli olan birilerini. Mesela, yarın sabah, bir çarşıya, bir otobüs durağına, bir karakol önüne bomba bırakacak birilerini. Ya da, yollara pusu kuracak, tam içi insan dolu arabalar geçerken mayını patlatacak birilerini.
Dağlıca’da, milletin çoluğunu çocuğunu öldürmeye uğraşan katilleri. Ya da başka yerlerde.
Bu, sorumluluk ister. Ya normal, kendi halinde insanları vurursan?
PKK yapabiliyor bunu. Bir çarşıda patlatıyor bombayı, okul servisindeki talebeleri öldürebiliyor. Devlet, yapmaz bunu. Yapmaması lazım.
Roboski. Veya Uludere.
Okul çocuğu değildi ölenler. Ama, katil de değildiler. İnsan öldürmeye de gitmiyorlardı.
Emir geldi ve bombalar kıyamet gibi koptu başlarında. Cinayet bu. Eğer, kasıtlı bir emirle yapıldıysa, cinayet.
Devletin, Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı bölgelerde yaptığı iyi işler var. Devletin gösterdiği şefkat, devletin taşıdığı insanlık. Oradaki insanları öldürürken, bu iyi işleri de öldürmeyi hedefleyen bir cinayet, ne cinayeti, katliam!
Eğer kasıt varsa, o kastın sahipleri, ellerini ovuşturuyordur.
‘İyi vurduk, tam isabet!’
Kimi vurdunuz?
Bence, dostluğu vurmak istediler. Barışı...
İktidarı? Onu da. İyi işleri, zifiri karanlıkta bulup patlatıyorsun. 34 insan ölüyor ve iyi olan ne varsa, o 34 insan dahil, yok artık.
Kullanışlı bir kapı açıyor bomba.
Kullanıyorlar. İştahla. Şehvetle kullanıyorlar. İnsanları öldürürken gaddar, ölümlerin siyasi hasılasını devşirirken alabildiğine merhametli!
Eğer kasıt varsa, işte böyle bir sonucu hedefliyordu, o kastın sahibi.
Hayatı yok edilen, 34 insan. Canı yanan, acısı yeri göğü dolduran yüzlerce insan. Ve insan olan herkeste, o acıdan, o ateşten bir parça.
Eğer kasıt varsa, Madımak’ta ölenler gibi öldüler. Başbağlar’da ölenler gibi. Şırnak’ta, Dağlıca’da ölenler gibi öldüler. Diyarbakır’ın ortasında PKK bombasıyla ölenler gibi öldüler.
Kasıt varsa, kimin olabilir bu kasıt?
Şimdiye kadar, böyle kasıtlı işleri yapanlar kimlerse, onların.
Biraz derinleştiğinizde, kökleri PKK’yla birleşen örgütlerin, Ergenekonvari çetelerin.
Kimse, bir kelime söylüyor mu çetelere? Söylemez. Çetelere bir şey söylediğin zaman, kendine de bir şey söylemiş olursun.
Susurluk gürültüleri ilk çıktığında, Susurlukçular, zamanın başbakanını hedef almışlardı. Çetelerle zerre kadar yakınlığı olmayan, merhum Erbakan’ı.
Burada da öyle çalışıyorlar. Bir şey söylenecekse, Başbakan Erdoğan’a söylenecek, ona saldırılacak. Çetelere saldırmanın lezzeti yok!
Bütün Ergenekonvari işlerde olduğu gibi, yanlış adres.
Sahnedeki herkesin değişik değişik hesabı olabilir. Herkes, ayrı bir siyasetin, bir düzenin, bir kirli tezgahın peşinde olabilir. Hesaplar, tezgahlar, gözle görülüyor zaten.
Bu unsurların içinde, ‘tezgahtarlar’ın canını sıkan en büyük, en önemli gerçek, Başbakan Erdoğan’ın içtenliği, şimdiye kadar hiç gölge düşmemiş samimiyetidir.
O samimiyet, hepimiz gördük, ne ateş çemberlerinden, ne badirelerden, ne tuzaklardan, ne ihanetlerden geçti. Yine geçer.
Çok sürmez, Roboski’nin failleri çıkartılır ortaya. Kasıt varsa, bulunur. Ergenekon nasıl bulunuyorsa, faili meçhuller nasıl bulunuyorsa, o da bulunur.
Sonunda, samimiyet kazanır.
Bunu, Türkler de biliyor, Kürtler de.