34 kardeşimiz korkunç bir yanlışlık sonucu hava bombardımanıyla öldürüldü. O gecenin sabahında -hatta o gecenin ortasında- başbakan, savunma bakanı ve içişleri bakanı Uludere/Roboski’ye gidip “Bu trajedinin sorumluları hesap verecek” demeliydi. En ufak bir tevil yoluna gitmeden, meseleyi suiistimal edenlere cevap verme telaşına filan da düşmeden, maktul ailelerinin kalplerine acının büyüklüğü ile mütenasip bir lisan ve duruşla hitap etmeliydi hükümet yetkilileri. Ne yazık ki oraya vakitlice gitmediler ve trajediyle ilgili açıklamaları da geciktirdiler, üstelik bu açıklamalarda meselenin hassasiyetini hakkıyla gözetmediler.
Türkiye eski Türkiye değil. Eskiden böyle trajediler vakayı adiyeden sayılır -hatta kazaen değil taammüden katliam bile normal karşılanır- iken, günümüz Türkiye’sinde bu hadise istisnai bir hadisedir. Öyle olduğu içindir ki Kürt meselesiyle ilgili tartışmalarda veyahut AK Parti Hükümeti’nin Suriye’deki mazlum halka sahip çıkması gibi konularda daima Uludere trajedisi gündeme getirilir, orada “kendi insanını öldüren” hükümetin Kürt açılımında yahut Baas rejiminin bombaladığı Suriye halkıyla dayanışmada samimi olamayacağı ileri sürülür (taammüden cinayetle yanlışlıkla adam öldürme aynı kefeye konulur), fakat Uludere’nin yanında başka trajediler zikredilemez. Zikredilemez, zira cinayet şebekelerine dönüşen -bazıları zaten cinayet şebekesi olarak kurulan- devlet organları çoktan ıslah edilmiş veya düpedüz tasfiye edilmiş, taammüden cinayet işleyen devletten geriye eser kalmamış, devletin terörle mücadelede kazaen masum kanı dökmesi de nadirattan olmuştur.
1980’lerde ve 90’larda şöyle bir resim vardı: Kürt kimliğinin varlığını inkâr eden, zerre kadar hak-hukuk tanımayıp Kürtleri kıyasıya ezen, korkunç işkenceleri ve cinayetleri adeta ulusal siyaset haline getiren bir devlet ve ona karşı mücadelede ölçüyü aşsa da genel olarak haklı bir zemin üzerinde yükselen PKK. Şimdi ise şöyle bir resim var: Kürt kimliğini inkâr ve Kürtleri katliam marifetiyle dize getirme siyaseti çoktan tarihe karıştığı, faili meçhul cinayet ve köy yakma gibi suçlar çoktan terk edildiği, Kürtlerin haklarını teslim etme yoluna girildiği, şiddetin sona ermesi için PKK ile doğrudan görüşmeler dahî yapıldığı halde sırf AK Parti hükümetine şu veya bu sebeple duyduğu kin yüzünden zerre kadar hak-hukuk tanımayıp güvenlik güçleri ile sivil vatandaşları anlamsızca katleden, AK Parti’yi yıpratmak için Kürt düşmanlarıyla dahî ittifak kurmaktan çekinmeyen, Kürt meselesinde silahlı mücadeleyi makul gösterebilecek bir atmosferden söz etmek imkânsız hale geldiği (sivil mücadele yöntemleri ardına kadar açıldığı veya açılmakta olduğu) halde şiddet yolunda ısrar eden, bu yolda hiçbir ahlaki yahut etik değere itibar etmeyen PKK ve ona karşı mücadelede zaman zaman hata yapsa da hukuk çerçevesinin dışına çıkmamaya gayret gösterdiği aşikâr olan bir devlet. Uludere hadisesi, tartışılmaz korkunçluğuna ve kabul edilmezliğine rağmen, bu yeni resmi değiştirmez. Değiştirmez, ama bölge halkının büyük bir kısmı için bu resmi görünmez kılabilir. Nitekim öyle de oldu.
Hükümet, Uludere trajedisinin yıldönümünü vesile ederek, maktul yakınlarının ve genel olarak bölge halkının kırık kalbini bir nebze de olsa tamir etmeye, onların haklı öfkesini bir nebze de olsa dindirmeye çalışmalıdır. Bunun bir yolunu mutlaka bulmalıdır.
Bu vesile ile, Uludere’de can veren kardeşlerimize rahmet-i ilahî, onların kederli ailelerine de sabrı-ı cemîl niyaz ediyoruz. Rahmân ve Rahîm Allah, Uludere’yi, Kürt illerini, bütün İslam dünyasını, bütün insanlığı böyle bir trajedinin tekerrüründen muhafaza buyursun.