Fenerbahçe rakibinin üzerine çullanıyor, baskı yapıyor, sahanın hakimi gibi görünüyordu ama; gerçek pek de öyle değildi... Çünkü Vardar, zaten oyunun böyle olmasını istiyordu. Kendi içine kapanmış, Çin Seddi’ni kurmuş, maçın kazasız-belasız sona ermesi için çaba gösteriyordu. Düşünün; böyle bir takım bile, ilk yarıda F.Bahçe’den çok daha net, çok daha tehlikeli pozisyonu bulan taraf olmuştu. Şutları direkten döndü.. Yok artık!
***
Sen o kadar saldırıyorsun da, ne oluyor? Sadece üç fırsat yaratabiliyorsun... Adamlar ilk geldiklerinde F.Bahçe’yi yamultacaklardı. O zaman bu futboldan ne anladım?
Atak yaptığında; topun yakınında olanlar hareket halindeyken, diğer alandakiler boş gezenin boş kalfası gibi, “Topsuz Oyun” geleneğinden bihaberdiler. Boş alana kaçan yok, gölge depar atan yok, ver-kaçı talep eden yok... Ama genel görünüşte, adın baskı kuran takıma çıkıyor. Sevsinler...
Seni son 3 yıldır perişan eden isimlerden kendini arındırmadan, halâ onlardan medet umuyorsun... Aykut hoca dalgasını mı geçiyor, milletle kafa mı buluyor?
***
Zavallı Valbuena, burnundan soluyan deli danalar gibi oraya-buraya koşturup duruyor ama; futbol tek kişi kalmış kahramanların yeri değil... Şu acı duruma bakın... Önce G.Saray, kasaba takımı olan Östersunds karşısında çaresizleri oynuyor; sonra da F.Bahçe aynı kıvamdaki Vardar’a diş geçiremiyor... Türk futboluna ne oldu böyle?
***
Alper Potuk sakatlandı diye, yerine oyuna giren Aatıf, istenmediği halde; bir türlü takımdan gönderilmeyen kişiyken, artık kurtarıcı muamelesi görüyor. Anlayın artık.
Devre 0-0 bittiğinde, bu yüzden umutlar da tükeniyordu... İkinci yarıya gene baskıyla başlamıştık ama, Ozan topu yanlış hedeflere atıp duruyordu. Taraftar öfkeleniyordu. Dışarı alınan Van Persie’nin yuhalanması da, boşuna değildi. Bir yuh da benden...
F.Bahçe’yi utanç noktasına getiren ne kadar isim varsa, ilk fırsatta sürgüne gönderilmelidir. Bu isimlerde ısrar eden Aykut Hoca da, peşlerine takılsın.