Reyhanlı’yı hedef alan terör saldırısı, Türkiye’yi birbiriyle bağlantılı iki konuda uyarma ve bu iki konuda geri adım atmaya zorlama amacı taşıyor. Bu konulardan birisi Türkiye’nin Suriye’deki rejim karşıtı tutumu, diğeri de PKK’nın silah bırakıp ülke dışına çekilmesi anlamına gelen çözüm süreci.
Suriye’de istikrarlı bir yönetim kurulduğunda, Irak’ta durum en azından şimdiki gibi devam ettiğinde ve çözüm süreci de başarıyla tamamlandığında barış sürecini de yaşamaya uygun koşullar sağlanacağı açık. Bu çerçevede Türkiye’nin öncelikle Irak Kürdistan’ı ile ilişkilerini geliştirdiğini, ardından Barzani’nin bir aktör haline gelmesini sağladığını ve Bağdat yönetimini de ikna edecek politikalar üretmesine yardımcı olduğu hatırlatılmalı. Barzani’nin Maliki’yi ikna etmek için elinde epeyce malzeme olduğu da bilinmeli; kendilerine baskı yapılması halinde ayrılmaya gidecekleri ve gelişmelerini de Türkiye ile kuracakları ilişkiler sayesinde fazlasıyla yapacaklarını ima edip duruyor. Kısacası Maliki-İran dengesini Barzani elinde tutuyor ve bu çerçevede de sırtını Türkiye’ye dayıyor.
Hedef büyük
Bu eğilim, Irak Kürtlerinin Irak yönetiminde hak, hukuk ve adalet sahibi olarak yaşamalarını sağlamak anlamına geliyor. Benzer bir durumun Suriye’de de yaşanması için Türkiye’nin çaba gösterdiğine şüphe yok. Birçok kesim Türkiye’nin Suriye’de sadece Sünni direnişçileri desteklediğini, onların da aslında radikal gruplar haline geldiklerini ileri sürüyor.
Oysa Türkiye, bir yandan muhaliflerin farklı kanatlarını desteklerken öte yandan Suriye Kürtlerinin de gelecekteki Suriye yönetiminde yer almalarını sağlamaya uğraşıyor. Kısacası Türkiye, her etnik unsurun kendi ülkesinin içinde var olmasına ve eşit vatandaşa dönüşmelerine çalışıyor. Dolayısıyla çözüm süreci sadece Türkiye’deki Kürtlerin siyasal ve sosyal alanda eşit vatandaş olmalarına yönelik bir anlam taşımıyor, bu aynı zamanda çevre ülkelerde de benzer bir durum olması için baskı yaratıyor.
Irak ve Suriye’de toplumsal sorunlara çözüm üretilemez ve iç savaş ile tedhiş ortamları sonlandırılamaz ise, iki gelişme olur. Ya yeniden dış müdahale yapılır ya da ülkeler bölünür. Türkiye’nin ikisine de karşı olduğu açık; dolayısıyla saldırıları buradan da değerlendirmek mümkün.
Failler ortak
Saldırıyı yapanlar, iç savaşı çevreye yayma amacı taşıyorlar. Türkiye’ye kademeli olarak yapılan saldırıların giderek şiddet boyutu artıyor ve bu gelişme aslında Türkiye’yi müdahaleye davet ediyor. Suriye batağına askeri olarak sürüklenecek bir Türkiye’nin kendisindeki ve Suriye ile Irak’taki çözüm süreçlerini akamete uğratacak sonuçlar yaratabilir. Kısacası üç ülke de istikrara değil, istikrarsızlığa yaklaşır.
Şimdi esas soruyu sormak lazım. Bunu kim ister?
Yanıtı ararken bakışları dünya haritasına kaydırmak gerekir. Suriye yönetimi ve onu destekleyen İran bu saldırıların silah tutan elleri olabilirler. Ancak olası sonuçlar, onların hesaplarını da aşan bir beklentiye işaret ediyor. Türkiye’nin Ortadoğu’da birden fazla etnik-dini unsurla yürüttüğü siyasetin kendisini Ortadoğu dengeleri açısından vazgeçilmez kılacağı gerçeği, kimleri fazlasıyla telaşlandırmış olabilir diye sormak gerekir.
Bu ülkeler, Türkiye ile sorunlu ilişkileri olan, Türkiye’yi siyaseten aralarına almayan, Türkiye’nin yaptığı enerji ya da ekonomik büyük anlaşmalarda doğrudan adları geçmeyen, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de rakip olarak gören, Hazar havzasında sınırlamaya çabalayan güçlü ülkeler olmalılar. Bu durumda sorumluyu aramak için ABD ya da Rusya’ya bakmak anlamlı olmayabilir. Zira onlarla stratejik anlaşmalar, uzun vadeli kader ortaklıkları mevcut.
Bu durumda ‘öteki’ ve şahin Amerika’ya, onların müttefiki Avrupa ülkelerine ve tabi ki bunlarla kader ortaklığı yapmış içerideki ortaklara bakmak lazım.