Rekin Teksoy, benim sevgili sinema hocamdı. Bu ülkenin kendisinden genç kuşaklarında sinemaya dair bir şeyler öğrenmiş herkesin hocasıydı. Dün sessiz sedasız Antalya’da toprağa verildi vasiyeti üzerine. Kimseyi rahatsız etmek, kimseye yük olmak istemezdi Rekin Hocamız... Biricik kızı Ayşe’nin de gönlü, babasının kendisinden uzakta, İstanbul’da yatmasına razı gelmemiş. İstemiş ki yanı başında olsun.
Rekin Teksoy kadar parlak bir zihne sahip bir insan için hastalık ve yaşlılık çekilmez bir durumdu. Yıllar önce annesi rahatsızlanıp hastaneye kaldırıldığında “İnsan da artık bir makine gibi görülüyor. Bir parçası bozulduğunda onu değiştiriyorlar. Sonra başka bir parçası bozuluyor onu tamir ediyorlar. Besliyorlar, oksijen veriyorlar, ömrünü biraz daha uzatıyorlar ama ne halde?” demişti.
Verdiği derslerde ya da yaptığı sohbetlerde kurduğu her cümle bir pencere açardı size. O cilt cilt kitaplarının, aydınlatıcı makalelerinin, örnek eleştirilerinin ve özgün yapıtın hakkını veren çevirilerinin her bir satırı diğerinden değerliydi. Öncesindeki yorumlarını dinlemeye doyamadığımız, TRT ekranlarında 500 programı dolduran Sinema ve Edebiyat kuşağı için seçtiği her film, kültürümüzü arttırdı.
“Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi” ve “Rekin Teksoy’un Türk Sineması” başlı başına birer ‘eser’dir. Saint Michel mezunu olan Rekin Teksoy, İstanbul Üniversitesi’nin ardından Roma’da da hukuk öğrenimini perçinlediği sırada Cinecitta sayesinde sinema sanatının en iyi örneklerini etüt etmişti. Hele İtalyan sineması konusunda tam bir uzmandı. Visconti’yi, Pasolini’yi, Fellini’yi onun kadar iyi okuyan pek az kişi vardır.
Henüz bir lise öğrencisiyken Cumhuriyet’teki yazılarını takip ettiğim Rekin Teksoy, İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda (şimdiki İletişim Fakültesi) öğrenciyken hocam oldu, hem de ne oluş! Üçüncü sınıfta okul iki bölüme ayrılırdı. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümünü tercih ettim hiç tereddütsüz. Fakat Rekin Teksoy’un sinema dersini Radyo Televizyon Bölümü’ne koyup bize aynı saatte Basın İşletmeciliği vermezler mi! Hiç umursamadım, aynen Rekin Teksoy’un derslerine girmeye başladım. Bir nevi “korsan öğrenci” oldum. Ne keyif ne keyif o dersler! İlk sınavın sonunda sınıf dökülmüştü biraz, notlar oldukça düşüktü... Sınıfta sınav tartışılırken “ilgili öğrenci” bana “Sen kaç aldın?” diye sordu. Onun dersine kayıtlı olmadığımı açıklamak zorunda kaldım biraz sıkılarak, ama hiç de utanmadan! Pek güldü bu duruma, o günden sonra “hocam” oldu. Hevesle İtalyanca öğreniyor olmam hoşuna gitti.
O zamanlar bilmiyordum eşsiz İtalyanca çevirileriyle, Dante’nin “İlahi Komedya”sı, Bocaccio’nun “Decameron”u gibi başyapıtlar başta olmak üzere Goldonilerle, Calvinolarla, Paveselerle, Pasolinilerle inanılmaz bir başarı elde edeceğini. İtalya Senatosu’nun Çeviri Ödülü’nü alacağını ve İtalya Cumhurbaşkanlığı tarafından Kültür Şövalyesi nişanına değer görüleceğini.
1991 yılında mezun oldum, ama Rekin Teksoy hep “hocam” olarak kaldı. Üç yıl sonra ona Milliyet’te film eleştirisi yazmaya -hem de Atilla Dorsay’ın halefi olarak!- başlamamın doğru olup olmayacağını danıştığımda verdiği cevap beni çok yüreklendirdi: “Tabii yaz kızım, biz yaşlandık artık, yeni isimler başka nasıl gelecek”. Yeni isim çok geldi, ama ben Rekin Teksoy’un tırnağı edecek hale gelmedim henüz. Boşluğu o kadar büyük ki hepimiz bir araya gelsek dolduramayacağız.