Cuma günü sona eren Cenevre konferansı başta Baas rejimi olmak üzere dünyaya AB ve ABD’nin Suriye yönetimi üstünde ağırlığını koymaya niyetinin olmadığını gösterdi. Belli ki yeni bir konferans toplansa dahi Esad’sız geçiş yönetiminin gerçekleşmesi ancak Esad’ın tercihleri neticesinde olacak.
Kimyasal silahların sadece yüzde 4.2’sinin tasfiye edilmiş olması, El Kaide bağlantılı grupların oluşturduğu risk, Batı’nın müdahale yorgunluğu, kimsenin Rusya’yı Suriye yüzünden karşısına almak istememesi, Suriyelilerin çözümü denen formüle sığınılmasına ve her anlamda güçsüz muhalefetin rejimle baş başa bırakılmasına yol açtı.
***
Geçtiğimiz hafta Cenevre’de eğer bir nebze ilerleme sağlandıysa, rejim muhalefetle masaya oturduysa bunu Cezayirli deneyimli diplomat İbrahimi’nin yeteneğine ve BM ekibinin uğraşılarına borçluyuz. Kimse Esad gitsin diye ciddi bir çaba harcamadı. Esad’sız çözüm istendi ama yerinde kalırsa muhaliflere verilen yetersiz destek dışında ne yapılacağı açıklanmadı.
Bundan sonra da tutumun farklılaşacağını, ABD’nin ve AB ülkelerinin insani ya da başka gerekçelerle rejim değişikliği için müdahale tehdidinde bulunacağını söylemek mümkün değil. Baskının rejimden meşru muhalefete kayması, onları Esad’lı bir geçiş rejimine ikna çabalarının yoğunlaşması kaçınılmaz gözüküyor.
Ancak böylesi bir çözümün bulunmasıysa hiç bir şekilde rejimin cezasız kalacağı anlamına gelmiyor. Bosna savaşını sona erdiren Dayton Barış Antlaşması’nı Miloseviç imzalamıştı ama sonra Lahey’de yargılandı. Suriyelilerin bulacağı bir çözüm de pek ala Esad ve yakın çevresinin yargılanmasını sağlayabilir.
Elde zaten yeterince kanıt var. 10 gün kadar önce sistematik vahşet bütün detaylarıyla belgelenmişti. Bazıları Türkiye’de faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin bulacakları ve toplayacakları delillerle Suriye’nin istikrarı bir ölçüde sağlandıktan sonra da yerel veya uluslararası düzeyde davalar açılabilir.
Bu olana kadar geçecek süre içindeyse, Türkiye’nin de Esad’lı geçiş rejimi fikrine kendini alıştırması gerekiyor. Evet, Esad eli kanlı bir katil olabilir. Ama ne yazık ki bölgenin istikrarı ve Türkiye’nin güvenliği için şimdilik de olsa uzlaşılması gereken bir katil. Daha yaratıcı çözümler bulunamadığı sürece Ankara-Şam hattının, belki de Tahran üstünden açılmasında büyük yarar var.
Aksi takdirde sınırlarımızın dibine kadar sokulmuş olan El Kaide sınırlarımızın ötesine de geçecek, geçmese bile kendi yarattığı gerçeklikle bizi baş başa bırakacak. Doğrusu ben müttefiklerimizden gelecek desteğe de pek fazla güvenemiyorum. Irak ve Suriye’den kopartılmış olan topraklar üstünde kurulmuş sınır tanımaz bir emirliğin canımızı çok yakacağını düşünüyorum.
Sınırın diğer yanında, Irak’ta da durum hiç parlak sayılmaz. 30 Nisan’da seçime gidecek ülkede Başbakan Maliki’nin iktidarını korumak için attığı adımlar ülkenin bütünleşmesinden çok bölünmesine yol açacağa benzer. Gaz ve petrol yataklarının işletilmesi ve satılmasıyla ilgili sorunların bir türlü çözülmemesi de zoraki birlikteliği iyice korunamaz hale getiriyor.
***
Tüm bu nedenler yüzünden Ankara’nın değişen koşullara uyum sağlayarak yeni bir politika geliştirmesi, Suriye’de rejim değişliği yerine istikrarı öncelemesi kaçınılmaz görünüyor. Umarız iktidar zemindeki koşullar farklıyken izlediği politika yerine yeni bir politika benimsemesinin getireceği siyasi yükten çekinerek geç kalmaz, inisiyatif üstünlüğünü kimseye kaptırmaz.
Oyun kurmak, bölge siyasetindeki ve zeminindeki dalgalanmalardan etkilenmemek istiyorsak esnek olmak zorundayız. Unutmayalım ki esneklik siyasetin ve diplomasinin doğasında vardır. Esnek olmazsanız, belli şartlar altında benimsediğiniz bir politikayı sonuçları ne olursa olsun savunmayı sürdürürseniz kendinize de, ülkenize de zarar verirsiniz.