IŞİD’in elindeki rehinelerin alınmasıyla beraber yeni bir klişe arzı endam etmeye başladı: ‘Evet, nerede kalmıştık? Şimdi ne yapıyoruz?’. Bu sualler bir meraktan veya Türkiye’den sorular değil. Aksine başka başkentlerden tercüme marifetiyle ve zımnen Türkiye’yi mahkum etmeye yönelik sorulan sualler.
‘Nerede kalmıştık?’ sualinin sahiplerinin ‘kaldığı yer’ ile Türkiye’nin hikayesi varoluşsal olarak farklı. Ama yine de cevap vermek gerekirse, ‘nerede kaldığımızı’ hatırlamakta fayda olabilir. Türkiye’yi mezkur sualin sahiplerinden ayıran temel birkaç başlık bulunuyor. Bunlardan birincisi oldukça basit ve değiştirilmesi imkansız bir hakikat: Türkiye’nin coğrafi konumu. Bu konum, tek başına, Türkiye’nin fayda-maliyet analizlerinde, konjonktürel yaklaşımlardan uzan durmasını icbar etmek için yeterli. Bu anlamda bölgede olmayan aktörlerin sahip oldukları konforlu siyaset alanı içerisinden kurdukları cümlelerin, yaptıkları planların, Türkiye için gerçekçi bir karşılığının olmaması gayet tabii bir durum.
İkincisi, Türkiye’nin komşu coğrafyalarla sahip olduğu ilişkilerin mahiyeti. Benzer şekilde, gerek tarihsel derinlikten gerekse de stratejik öncelikleriyle, Türkiye’nin bölgeyle ilişkisi hem bölge dışındaki aktörlerden hem de bölgedeki aktörlerden farklılık göstermekte. Özellikle Batılı aktörlerin bölgeyle kurdukları ilişkiler sorun odaklı ve tekil ilişkiler olma lüksüne sahipken, Türkiye şümullü olmayan her yaklaşımın orta ve uzun vadede bedel ödemek anlamına geldiğinin farkında. Benzer şekilde, bölgedeki aktörler de sorunlarla kurdukları ilişkilerde, Türkiye’nin sahip olduğu stratejik, insani ve ekonomik önceliklerden ciddi anlamda farklılaşmaktadır. Hepsinden önemlisi, Türkiye dışında, bölgeden hiçbir aktör, kendi halkına doğrudan hesap vermenin oluşturduğu baskı noktalarına da sahip değildir.
Yukarıdaki iki başlığın oluşturduğu çerçeveden Türkiye’nin kaldığı yerin koordinatlarını, IŞİD’den rehinelerin kurtarılması varoluşsal olarak değiştirmeye yetmeyecektir. Elbette bazı taktik hatta kısmi stratejik değişimler olabilir. Lakin bütün bunlar, makro politikalar açısından bir kırılma anlamına gelmeyecektir. Çünkü sadece IŞİD üzerinden ana parametreleri değişecek kadar kırılgan bir siyasi çizginin sürdürülmesi mümkün değildir. Ortadoğu’da şümullü bir bakış açısını kaybetmenin en kolay yolu, IŞİD benzeri devlet dışı aktörlerin tartışmanın ana eksenini belirlemesi olabilir. Benzer birçok gelişmeyle son on bir yıldır Irak’ta, üç yıldır da Suriye’de karşı karşıya kalan Türkiye, tutarlı bir politika sürdürmeyi başardı. Şimdi bu çizginin kırılması için yeterli şartların oluştuğunu söylemek mevzu bahis değildir.
Nerede kaldığımızı merak edenler, isterse yüzyıl geriye gidip Sykes-Picot parçalanmasında IŞİD’in rolünü oynayan aktörü bulmaya çalışabilirler, isterlerse de 2003 Amerikan işgali sonrası Türkiye’nin ortaya koyduğu yol haritasının tutarlılığını test edebilirler. Ortaya çıkan netice ‘nerede kaldığımıza’ dair oldukça muhkem şeyler söylemeye yetecektir.
‘Ne yapıyoruz?’ sualinin peşine düşenler ise öncelikle bu sualin ana soru mu yoksa alt soru mu olduğuna karar vermelidirler. Eğer bu sual salt IŞİD için soruluyorsa, cevabı oldukça basittir. Zira bu onun alt bir soru olduğu anlamına gelir. Bunun ise Ortadoğu sancılarını dindirmede ciddi bir anlamı olamaz. Ama eğer ana sual olarak soruluyorsa, ciddiye almaya değer bir sorudur. Evet, geniş bir perspektif anlamında, Ortadoğu’da değişim dalgasına destek mi verilecek yoksa bin bir türlü ve bir o kadar da kanlı araçlarla değişimin gecikmesine mi yatırım yapılacak?
‘Ne yapıyoruz?’ sualine cevap verme hususunda zihni berrak aktörlerin başında Türkiye geliyor. Hatta o kadar ki, bölgeden ve dışından etkili aktörlerin büyük bir kısmının en son duymak istedikleri soruların başında bu sual geliyor. Nerede kaldığına ve ne yapılması gerektiğine dair muhkem bir fikri olmanın en değerli siyasi sermayeye dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz!