16 Nisan’da hepimiz sandık başına gideceğiz. Oyumuzu kullandığımız andan itibaren saatin zembereği milli iradenin tecellisi istikametinde akmaya başlayacak. Hiç kuşku yok ki sandığa atılan her oy milli iradenin şekillenmesi açısında eşit derecede önemli ve değerlidir. Tarihin labirentlerinden gelip, bütün tarihsel süreç içinde kader birliği yapmış bizim gibi milletlerin, kimi ara dönemlerde, kimi önemli kararlar için milli iradeye zindelik kazandırması gerekli ve zorunludur. Zira milli irade şekillenmeden ne meşru zeminleri tarif edebiliriz ne de yasallığımız- kanuniliğimiz kesin hükümlere ulaşabilir.
Millet olarak toplumsal hayatımızın zenginliğini, ihtiyaçlarımızı çözebilecek yeni idari yapılarla tahkim ederken, her şeyden önce, idrağımızın odağını büyük bir özen önümüzde duran ve hayatımızı kökten etkileme ihtimali olan önermelere çevirmeli ve bu süreç ve kararların hakkını vermeliyiz. Çünkü 16 Nisan referandumunun içeriği basit bir görüş ayrılığı meselesi değildir. Esasında temel olarak bu durum sadece bir görüş meselesi de değildir.
Çünkü referanduma doğru giderken evet ya da hayır'ı tartışmak olana olup bitene ilişkin yorumlarımızı karşılıklı olarak çatıştırmaktır. Ona verdiğimiz öznel ve duygusal tepkileri değil.
Eğer bu akıl yürütme biçimi doğruysa yapılması lazım gelen şey Evet ve Hayır'ı her bakımdan karşılaştırmalı olarak yan yana getirip, akıl ve ihtiyaçlar tartısında ölçüp biçtikten sonra bir yargıya varmalı ve o yargı 16 Nisan’da kararımız olarak sandıklara yansımalıdır.
16 Nisan’da bizi sandık başına davet eden iradenin 18 maddelik anayasa değişikliği talep etmesinin öz olarak iki önemli nedeni var: 1- Hızlı karar alma kapasitenin devlet yapılanmasında zindelik kazanması. 2- 2002 yılından bu yana sağlanan siyasi istikrarın kesintisiz sürmesi.
Her iki talebin de çok doğru ihtiyaçlardan kaynaklandığını biliyoruz. Hem dünyadaki sertleşme rüzgarları hem de bölgemizdeki kanlı çatışmalar gösteriyor ki, bizi çok ciddi ve o oranda sarsıcı gelişmeler bekliyor. Kim ne derse desin, mevcut iktidarın hızlı karar mekanizmalarına kavuşma arzu ve talebi iç siyasetimizle ilgili değildir temel olarak. Dışardan gelmesi muhtemel olan tehdit ve tehlikelere karşı, hızlı karar alma kapasitesi ve hızlı manevra esnekliği artık hayati önemdedir.
Eski konum ve cennetlerini ilelebet kaybetme endişesi taşıyan kimi odakların, nefrete dayalı propagandalarına pabuç bırakmayan her aklı başındaki Türkiye vatandaşı çok iyi biliyor ki bu düzenleme tek kişi için değil, tam tersine ülkenin ve devletin sinsi plan ve saldırılardan korunması içindir.
Siyasi istikrar olmadan ekonomik istikrar olmaz. Yakın dönem tarihimizin tecrübelerine baktığımız zaman bu acı gerçeği görmemek mümkün değil. Siyasetinizde istikrar yoksa ekonominiz istikrara kavuşamıyor.
Bu kısa ve temel özet neden Evet dememizi açıkça gözler önüne seriyor. Peki ama neden Hayır dememiz gerektiği bu kadar açık değil. Neden hayır tıpkı evet gibi önümüze bir seçenek koymuyor. Önümüze Hayır'ı bir seçenek olarak koymayan güçler aslında ne öneriyor? Bu sorunun yanıtı neden yok? Oysa referandumla oylayacağımız şey aslında bir idari ve siyasi yapılanma biçimidir.
Hayır cephesi, özellikle CHP ana muhalefet partisi olarak, tıpkı evet cephesi gibi açık seçik bir idari ve siyasi yapılanma önerisinde bulunmadığı için Ahlaki bir zeminde değil. Soyut ve belirsiz bir geçmiş muhafazakarlığı ile sorunu hem muğlaklaştırıyor hem de geçmişi geleceğin karşısına dikerek gelecek adına hileli bir gayri ahlakilik içinde debeleniyor.
Söz gelimi Hayır hangi geçmişi temsil ediyor? 1930'lu yılları mı? 1960'lı yılları mı? 1980'li yılları mı 1990'lı yılları mı? Hangisini? Askeri bürokratik vesayet sistemini mi? 12 Eylül darbeciliğini mi? 28 Şubat 1998 postmodern ara rejimini mi? Hangisi?
16 Nisan’da sandıktan hayır çıktığında bizi bekleyen rejim hangi rejimdir? O nedenle hayır sadece gayri ahlaki bir tutum değildir aynı zamanda yanlıştır.