“Ben demiştim” ya da “ben daha önce yazmıştım” demekten pek haz eden biri değilim. Kamusal alanda görünür olmaya başladığım ilk günlerde, değerli bir basın mensubunun sorusuna cevaben, Türkiye’deki siyasal ve toplumsal hayatın kaderini etkileyecek kapasitede olan üç dinamiği sırasıyla şöyle ifade etmiştim: ''1- AK Parti, 2- Cemaat, 3- PKK.'' O günlerde AK Parti, hükümeti oluşturuyordu, Cemaat ise askeri vesayetle mücadelenin bir parçasıydı ve PKK'ysa çözüm süreçleri için AK Parti ile ilişki ve diyalog arayışındaydı.
Önce PKK, 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını zafer sarhoşluğu içinde yorumlayıp, Temmuz ayında "devrimci halk savaşı" ilan ederek, siyaseti silah ve şiddet yolu ile bloke etmeye çalıştı. Sonra Cemaat, 15 Temmuz 2016’da bir darbe kalkışmasıyla iktidarı ele geçirmeye çalıştı.
PKK, 40 yıllık stratejisini değiştirerek kırsaldan şehirlere indi ve şehirlerde hendek kazarak 8 bin insanı o çukurlara gömdü. Bu stratejinin tek amacı vardı; Kürtler ile Türkler arasında var olan sosyal, kültürel ve duygusal bağların tümünü ortadan kaldırmak ve iki etnik kimliği ebediyen birbirine yabancılaştırarak, düşmanlaştırmak ve bir daha asla yüz yüze bakamaz hale getirmekti. Bunu denediler ve başaramadılar.
FETÖ'cü Cemaat ise son barutunu kullanarak ordudaki gücünü sahneye sürdü ve Türkiye darbeler tarihine bir başarısız darbe girişimi daha yazdırdı. Darbe doğrudan doğruya merkezi iktidarın gaspını hedeflediği için, doğurabileceği sonuçlar elbette çok daha ağır olurdu. Nitekim öyle de oldu. Referandum denilen sürecin geri planında var olan bu çarpıcı hikayeleri hesaba katmadan, değerlendirme yapmak, gerçeklere sadece gözünü kapatmak demektir. Türkiye böylesi bir koşul ve konjonktür içinde devlet yapısını reforme etmeye çalışıyor. Boru değil yani!
Şimdi cevaplandırması lazım gelen soru şudur; Toplumsal hayatımıza silah ile şiddet ile müdahale eden bu iki gücün yaptıkları yanlarına kar olarak mı kalmalı yoksa bu taciz ve tecavüzler en ağır biçimde cezalandırılmalı mı? Eğer ne olursa olsun yaptıkları yanlarına kar kalmalı hafifliği içindeyseniz, pes deyip sizi sorumluluğunuzla baş başa bırakmaktan başka çare kalmaz! Yok, eğer bu büyük ve korkunç suçlar cezasız kalmamalı, hatta bir daha bu durumları yaşamamak için gereken bütün tedbirler alınmalıdır diyorsanız, işte o zaman yapılmak istenilen her şeye de daha sorumluca yaklaşmak zorundasınız.
Manzara ve pratik soru şu, devletin bütün güçlerini eline geçiren zorba bir güç bir tarafta, öte tarafta yine milletin şehirleri birer hayalet şehir haline getiren bir başka zorba. Görev hem bu zorbalara hak ettikleri cezayı vermek ve bu zorbalar ile ileride zorbalığa meyil edecek bütün zorbalara devletin kapılarını kilitlemek için ne yapardınız?
Demokratik bir devletin en büyük demokrasi sınavı, demokrasisini darbelerden, darbecilerden ve darbe mekaniğinin bütün koşullarından arındırmaktır. Darbe tehdidinin olduğu yerde en derin, en çaplı ve en kutsal ilk görev, siyasal sistemi darbelere ebediyen kapatmaktır. Bir daha darbeler ile karşılaşmamak için devlet hayatını darbeci mihraklardan temizlemektir. Nerede bir darbeci varsa, ister yasamada, ister yürütmede, ister yargıda, onu bulup ortaya çıkarmak ve siyasi sitemin dışına itmek, demokratlığın ABC'sidir.
2017 yılının bugünlerinde AK Parti'nin yapmak istediği reform öz olarak budur. Gerisi ayrıntı bile değildir. Koşullar bunlardır. İmkanlar bunlardır. Süreç budur ve 94 yıldır kimsenin elini bile süremediği bu sorun ancak böyle çözülür.