Siyaset işi, her şeyden önce enerjik biçimde temas kurma, temas etme işidir. Reel siyaset pratiği göstermiştir ki, halkla çok enerjik şekilde temas kurulmadan istenilen siyasi sonuçları üretme imkanı doğmuyor. Seçim ya da referandum gibi süresi sınırlı siyasi çalışmalarda istenilen sonuçları almak ancak sık, sıkı ve açık bir zihinle yapılan saha ve alan pratikleriyle mümkün olabiliyor.
Bugüne kadar yapılan bütün seçimler ve referandumlar elbette çok önemli ve çok da değerliydiler; ama cumhuriyet tarihine bakıldığında bu referandum, doğuracağı siyasi sonuçlar bakımından galiba en önemlisi derecesindedir. Türkiye ilk kez sivillerin eliyle devlet yapılanmasının idari ve siyasi yapılarını reforma tabi tutarak değiştirmeyi arzuluyor.
16 Nisan tarihi bu kadar büyük tarihsel ve siyasal öneme sahipken, bu tarihi dönemece uygun, bunun hakkını veren bir çaba, bir çalışma ve bir atmosfer henüz yaratılabilmiş değil. Devlet erkini yeniden yapılandıracak bu referanduma, maalesef gereken ehemmiyet sanki verilmiyor. Siyasi motivasyonu son derece düşük bir çaba ve çalışmayla, korkarım, istenilen siyasi sonuçları üretmek pek mümkün olmayabilir. "Armut piş ağzıma düş" mucizesine bel bağlamak doğru bir tutum değildir.
Herkes çok iyi bilir ki, İstanbul’un nabzı şaşmaz biçimde her zaman bütün Türkiye’nin nabzını belirlemiştir. İstanbul’a hakim olamayan bir siyasi güç, Türkiye'de istediğini yapabilecek siyasi güç ve kudrete erişemez. İstanbul çok önemlidir ve ben İstanbul’un ayak izlerinden referandum adına pek emin olamıyorum. Bu kez İstanbul bu sessizliğiyle beni ürkütüyor.
Aslında İstanbul bu sessizliği bozacak bir irade, bir ivme, bir motivasyon arıyor demek pek yanlış olmaz. İstanbul’un sesi de sessizliği de, çok iyi bilinir ki, bulaşıcıdır. İstanbul’un bu rehavetini doğrusu ben pek hayra alamet olarak değerlendiremiyorum. Umarım yanılıyorumdur. Umarım içgüdülerim yanılıyordur. Ama açıkça söylüyorum sezgilerim huzursuz. Hem aklım kaygılı hem de sezgilerim huzursuz.
Daha önceki seçim ya da referandum çalışmalarında İstanbul’da dağ taş herkes ayaklanır ve karınca misali hummalı bir çalışmanın altına imza atılırdı. Kadınlar, erkekler, gençler hemen herkes ışıltılı bir inançla çalışırdı. Çalınmadık kapı bırakılmazdı. Herkese gidilir, herkesle temas kurulur ve bu çabanın sandıklara yansıması sağlanırdı.
Ne medya üstünde güçlü ve belli amaçlara odaklanmış bir kampanya var, ne de sokaklarda baş döndüren hareketlilik. Kampanya sanki bilerek istenerek düşük yoğunlukta sürdürülen bir stratejik çalışmanın parçasıymış gibi duruyor. Bu gerçekten böyle midir? Bu durum planlanmış bir kurgunun ürünü müdür? Doğrusu elimde bu soruyu olumlayacak bir bilgi yok.
"Nasıl başladığımız önemli değildir, önemli olan nasıl bitereceğimizdir"deniliyorsa, buna karşılık benim söyleyecek sözüm yok.
Bu yazının amacı birilerini birilerine şikayet etmek değildir. Bu yazının tek amacı var o da bir gönüllü dostun yol yakınken yapmak istediği uyarıdır. Önü de budur arkası da.