Prensip olarak her siyasi parti her seçimde, seçmen kitlesinin tüm oylarına taliptir ve seçim kampanyası boyunca bütün seçmen kitlesinin oyunu kendi lehine kazanmaya çalışır. Siyasi partilerin varlık nedeni ve seçimlerin doğası bu amaca uygundur. Her ülkenin kendine has sosyolojisinin şekillendirdiği çeşitli çıkar gurupları, son tahlilde kendilerini temsil edecek siyasi partilerde örgütlenirler. Onları iktidara taşıyacak vasıta siyasi partileridir ve her siyasi parti seçim yolu ile halkın karşısında bir tür görücüye çıkar..
Her seçim toplumsal sosyoloji açısından siyasi/ideolojik olan ile toplumsal çıkarlar arasındaki ilişkiyi tasnif eder ve her ikisi arasında varolan en mantıksal bağlantıya meşru siyasi temsil atfeder. Her toplum, kendi sosyo-ekonomik koşullarından kaynaklanan hangi çıkarlara sahipse, o sahip olduğu çeşitli çıkarlar oranında kendini seçimlerde siyasi ve ideolojik olarak yeniden inşa eder.
Bütün seçimlerin tek amacı; topluma, toplumsal çıkarı uğruna kendini yeniden inşa etmesi imkanı vermesidir. Bu bakımdan yeniden inşa etmenin en büyük meşruiyet kaynağı seçimlerdir. Burada önemli olan bizzat seçimin kendisidir. Seçme özgürlüğü ve eşit rekabet koşullarıdır.
Her seçimin olası ve ihtimal dahilinde bir siyasi sonuç doğurduğu doğrudur. Çünkü seçimleri anlamlı kılan bu siyasi sonuçlardır. Toplumsal dayanaklar ve toplumsal meşruiyetin kaynağından elde edilen bu sonuçlara aklı başında hiç kimse itiraz edemez. Çünkü temsili demokrasilerde, temsil meselesinin bundan başka çözümü yoktur. Seçim sonuçları halkın açık rızasını temsil eder.
Demokrasilerde halkın rızasına itiraz edilmez. Halkın rızasına dayalı siyasi temsiller her durumda meşru olarak kabul edilir. Sonuç ne olursa olsun, seçim sonuçları demokratik kültür ve terbiye içinde içselleştirilir ve ortaya çıkan yeni duruma saygı gösterilir.
Bu sonuç halkın büyük çoğunluğunun teveccühü olsa bile. Halkın büyük çoğunluğunun desteğini alan bir siyasi sonucu diktatörlükle suçlamak eğer kötü niyet değilse bir kaba küstahlıktır. Esasen halk çoğunluğunu diktatörlükle eşdeğer tutmak, halkın dinamiklerine inanmamaktır. Halkı ve tercihini küçümseyerek içine düşülen acizlik hiçbir bakımdan hoşgörü ile karşılanamaz.
Sözgelimi, bir seçimde halkın ezici çoğunluğunun bir siyasi partiye oy vererek rıza göstermesi, halkı o partinin ayrıntılı bir siyasi stratejisinin bir parçası haline getirmez; halk bu demokratik davranıştan ötürü mevcut kimliğini kaybetmez. Halk yine aynı halktır. Ama halkın sağduyusuna güvenmeyen, halkın tercihlerinde aklı bir yan bulamayanlar en kolay yolu seçerler ve halkı suçlarlar.
16 Nisan’da Türkiye halkı sandık başına gidecek ve eğilimlerini sandığa yansıtacak. Şimdiden söylemek lazım gelir ki, 16 Nisan’da sandıktan çıkacak her sonuç meşrudur. Önce bu durumu içimize sindirmeliyiz. 16 Nisan’a kadar her siyasi parti, durumu kendi lehine dönüştürmek için halkı ikna etme fırsatına sahiptir. Günümüzün iletişim imkanları baz alındığında bu fırsatın ne kadar değerli olduğu tartışma götürmez.
O halde mesele nedir? Referandumu şimdiden kaybetmiş gibi, mızıkçılık yapmanın anlamı yok. Bir referandum süreci yaşanıyorken sanki referandum bitmiş ve kaybedilmiş gibi hileli yollara sapmanın hiç kimseye faydası olmaz. 16 Nisan referandumu da bir temsil üretecek ve bu temsilin diktatörlükle tek adamlıkla hiçbir alakası olmayacak.
Anayasa değişiklikleri birer siyasi ihtiyaçtır ve 16 Nisan’da bu ihtiyacın gerekleri yerine getirilecektir.