Dünya siyasetini anlamlandırmak, devlet davranışını kestirebilmek için yola çıkanlar farklı yöntemler benimsemiştir. Kimi coğrafyanın belirleyiciliğinden söz etmiş, kimi güç dengelerinden, kimi devletin yapısından, kimi de insanın açgözlülüğünden.
Bu sayede de Jeopolitikten Realizme, Liberalizmden Marksizm’e kadar bir dizi teorik yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bazıları güç dengesinden, bazıları ekonomik bağımlılıktan, bazıları da devrimlerden medet ummuş, sistemin kendilerince doğru işleyebilmesi için yapılması gerekenleri sıralamıştır.
***
Amaç bazen savaşların önlenmesi ama genellikle de devletlerin gücünün arttırılması olarak belirlenmiştir. Hedeflenen amaca ulaşılmasındaysa devletlerin, daha doğrusu devletler adına hareket eden, egemenlik yetkisini elinde bulunduran aktörlerin rasyonel olduğu, rasyonel davranabildiği varsayılmıştır.
1950’li ve 1960’lı yıllarda yapılan çalışmalar her ne kadar rasyonalite varsayımının pek çalışmadığını gösterse, uluslararası ilişkiler öğretisi her ne kadar feminizm ve post-modernizm başta olmak üzere son yıllarda post-pozitivist eleştirinin saldırısına maruz kalsa da, rasyonalite yaklaşımı günümüze değin çok da fazla sorgulanmamıştır.
Oysa grup düşüncesinin, hepsinden önemlisi de algıda seçiciliğin bütün karar verme süreçlerini etkilediği ve rasyonel düşünmeyi engellediği uzun süredir bilinmektedir. En rasyonel olduğu sanılan kararlar dahi aslında pek de rasyonel olmamakta, dünyanın ne olduğuna ve siyasetin nasıl işlediğine dair inanç sistemleri algıyı etkilemektedir.
Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanan Perceptions dergisinin son sayısındaki Binnur Özkeseci Taner’in İsrail-Türkiye ilişkileri özelinde belirttiği gibi, dünyada ne olduğu kadar nasıl yorumlandığı ve algılandığı da önemlidir. Yanlış algılama gerçeğin yerine geçebilmekte, kriz anlarında doğru kararların verilmesini zorlaştırmaktadır.
Bu, Türkiye’ye özgü bir sorun değildir. Hemen her kriz anında böylesi sorunlar yaşanır, bazen üstü örtülür, bazen daha sonra verilen başka kararlarla yapılan yanlışlar telafi edilir. İngilizce anlama sıkıntısı olmayan okurlara bu ayki BBC History (BBC Tarih) dergisine bakmalarını, orada Küba füzeleri krizi ile I. Dünya Savaşı’nın çıkışına ilişkin yazıları bu bağlamda okumalarını öneririm.
Neden diye soracak olursanız sebebi basit: Suriye krizi. Hem rasyonalite varsayımının sorunlarından, hem de BBC Tarih dergisindeki örneklerden çıkartılacak çok ders var. Ama yanlış anlaşılmasın, ben Ankara’nın hata yaptığını, yanlış kararlar verdiğini söylemiyorum. Bunu söyleyebilecek kadar karar alma süreçlerinin içeriğine ilişkin veriye sahip değilim.
Ancak bundan sonraki hassas dönemde hata yapılmaması için gördüğümüzü sandığımız her şeyin gerçek olmayabileceğine, karar verme konumunda olanlara her zaman en doğru bilgilerin verilmediğine, grup düşüncesinin hemen her tür hiyerarşik yapı içinde rasyonel karar vermeyi engelleyebileceğine, karar verme konumunda olanların algıda tutarlılık adına seçici davrandıklarına dikkatinizi çekmek istiyorum.
***
Unutmayalım ki bu tür kararları verenler de insan, onlar da hata yapabiliyor, kendi bakış açılarının ya da dünya görüşlerinin kurbanı olabiliyor. Hepsinden önemlisi de dünya siyasetindeki dalgalanmaları yanlış okuyabiliyor, bazen iyi niyetten bazen de süreçsel sorunlardan etkilenebiliyor. Bu yüzden de beklenmedik bir anda beklenmedik sorunlar yaşanabiliyor.
Bu yüzden Suriye krizinin yönetiminde hassas dengeyi sağlamayı şu ana kadar başaran Ankara’nın bundan sonra çok daha dikkatli olması, tek başına bir savaşın içine sürüklenmemesi, diplomasiye öncelik tanıması gerekiyor. Son dönemde bölgesindeki artan etkisine paralel olarak yıldızı parlayan Türkiye’nin emin olun burnunu sürtmek isteyecek çok ülke var. Bırakın İsrail’i, bazı müttefiklerimiz bile biraz hırpalanmamızdan rahatsızlık duymayacaktır.