Türk siyasi yaşamının 70’lerden 2000’lere uzanan 30 yıllık sürecinde eşi merhum Bülent Ecevit ile birlikte ana oyuncularından biriydi, 97 yaşında aramızda ayrıldı, Türkiye, Rahşan Ecevit’i, en zor şartlarda bile ayakta kalmayı başaran bir “sessiz güç” olarak hatırlayacak.
Lafı uzatmayacağım, siyasetin labirentlerinden uzak minik bir anı sepeti ile kendisiyle vedalaşmak isterim.
Sene, 1992…
Sovyetler Birliği yıkılalı birkaç ay olmuş, isminin önüne “Yeni” kelimesi eklenmiş GÜNAYDIN gazetesinde dış haberler müdürü olarak görevdeyim. Asil Nadir’in küresel bir kumpas sonucu yıkılmasından sonra çaresizlik içinde gazeteyi isim değişikliği ile sürdürmek zorunda kalmış bir kadronun en genç üyesiyim.
Rahmetli oldular, Saruhan Ayber, Kemal Gönül, Teoman Üsküplü ve Abdullah Aksak ile günümüzde DÜNYA Gazetesi’nde yazılarını –eksik olmasın- sürdüren duayen Osman S.Arolat ile omuz omuza büyük mücadele veriyoruz.
Ses getiren işlere ihtiyacımız var, fikir benden çıktı, “Bülent Ecevit ile iki gazeteci olarak birlikte bağımsızlıklarını yeni kazanmış Türk cumhuriyetlerine gidelim, o, daha politik-stratejik, ben ise izlenim ağırlıklı yazalım, ortak imza ile güzel bir yazı dizisi yapalım” dedim, kabul gördü…
Yola çıktı, ilk durak Bakü, zaten Dağlık Karabağ savaşında omuz omuza cephede bulunduğum Ebulfez Elçibey ile tanıştırdım, çok güzel görüşmeler yaptık, Azerbaycan’ın önde gelen gazetecilerinden Fazıl Abbasov’u da yanımıza alarak Hazar’ın doğusuna devam ettik…
· Bir Rahşan Ecevit kahvaltısı…
Bakü’de yemekler açısından bir sorunumuz yoktu. Ama yıkılmış bir devletin zar-zor çalıştırılan havayolu şirketi Aeroflot’un içerden buz tutmuş kapısından gözümü ayırmadığım (bir yolcu uçağının kapısı içerden buz tutacak ölçüde sızıntıya sahipse düşmüyor merak etmeyin) yolculuktan sonra geldiğimiz Alma Ata’da işler biraz değişti…
O zamanlar Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan’da ikamet edilebilecek otel bulmak ne mümkün, sağolsunlar, Komünist Partisi misafirhanelerini açtılar oralarda kalıyoruz, kahvaltıda hayli iri köfte ile patates püresi en iyi menü!..
İşte, o çok da büyük olmayan siyah çantayı orada fark ettik, Rahşan hanımın kileri olduğunu o ana kadar bilmiyorduk…
· Bir sabah mütevazilikle uyanmak…
Alma Ata’da ikinci sabah, tam giyinmiş kararlaştırılan saat için odamdan çıkmak üzereyim, kapımın çalındığını duydum, açtım, üzerinde her zamanki mavi gömleğiyle Bülent bey…
“Rahşan hanım kahvaltıyı hazırladı Ardan bey, odamızda bekliyoruz…”
1974 Kıbrıs Harekatı’nın kahramanı, ilerleyen yıllarda Öcalan’ı söküp alacak siyasetçi, bir mütevazilik abidesi olarak karşımda duruyordu, odalarına geçtiğimde, ufak yuvarlak bir masa üzerinde tipik bir Türk kahvaltısı ile hem de Rahşan hanımın o pek meşhur demli çayıyla buluşmuştum…
O, orta boy, aslında iki kişilik yolluk için bile küçük kabul edilebilecek çantadan 12 gün boyunca sürekli yemek çıktı…
Ben eli bu kadar bereketli bir insan hayatımda tanımadım…
Börekler, kurabiyeler, kahvaltılığın her çeşidi, kuru yemiş…
“Bülent’in huyudur Ardan bey, yolculukta mutlaka bir şeyler atıştırır, ben bu konuda tecrübeliyim” der, folyo kağıtlarına sarılmış sandöviçlerden birini de o sırada ikram ederdi…
Rahşan-Bülent Ecevit çiftiyle 15 gün boyunca 5 yeni bağımsızlık kazanmış Türk cumhuriyetini dolaştık, tabii o günlerin zorlukları nedeniyle fiziki zorluklar da yaşadık, özellikle bindiğimiz uçaklar bir felaketti…
Hani insanı en iyi yolculukta tanırsın derler ya, ki öyledir, nezaket, kibirden uzak, dünya nimetleriyle ilişkiyi en asgariye indirmiş, güngörmüş bir yaşam çizgisinin insanlarıydılar…
Bende, ailelerinin bir ferdi kadar anı biriktirerek fani dünyadan geçip gittiler.
Rahmetle anıyorum…