Demokratik ülkelerde, polisin gazetecilere yönelik her hareketi kaygı uyandırır. Çünkü bir ‘kamu denetçisi’ konumundaki gazeteciye yönelik hareket, ‘kamu’ya yönelik algılanır. O nedenle polisin, savcıların delilleri ince elemesini, üstüne de kırk kez düşünüp karar vermesini gerektirir.
Bu ‘kural olarak’ böyledir.
Son gözaltılar bana Türkiye ve İngiltere’den iki farklı örneği hatırlattı.
Türkiye örneği ile son gözaltıları ‘gözaltılar’ açısından karşılaştıralım; sonra da İngiltere örneğine geçelim:
3 Mart 2011: Gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık, gözaltına alındı, evleri arandı, belgelerine el konuldu. Ardından Şık’ın henüz basılmamış Fethullah Gülen cemaatinin polisteki yapılanmasına ilişkin‘İmamın Ordusu’ kitabı için önce yayınevi, ardından da Radikal gazetesi basıldı; arama yapıldı, kitabın bilgisayardaki kopyası silindi. İki gazeteci tutuklandı, 12 Mart 2012’de tahliye edildi.
14 Aralık 2014: Risale-i Nur cemaatinin bir grubu olan ancak Gülen cemaatine yönelik eleştirileriyle bilinen bir gruba yönelik ‘kumpas’ iddiasıyla Zaman gazetesi ile STV grubunun tepe isimleri ile konuyla ilgili yazıları bulunan bazı yazarlar ve operasyonu yapan polisler gözaltına alındı. (İddiaya göre; Gülen, bu grubun ‘silahlı eyleme yöneltilebileceği’ yönünde talimat verdi; STV’de yayınlanan bir dizide grup‘silahlı terör örgütü’ gibi gösterilerek algı oluşturuldu; polis grup üyelerini gözaltına aldı, evlerine ‘delil’ yerleştirdi, suçlama için sahte evrak düzenledi; 17 ay hapis yattılar.)
Kamuoyunda ‘kanaat olarak’ cemaat-polis-savcı/hakim ortak çalışması kulağa yabancı değil. Ancak ‘hukuk’ bu ilişkinin ‘delillerini’ ortaya koymak zorunda. Yargının, önceki davalarda yapılmayanı yaparak,‘bu davaların siyasi değil hukuki olduğu ortaya koyması’, bunu da ‘bir an önce yapması’ bekleniyor.
Bu, işin ‘süreç’ boyutu.
Ancak gözaltı uygulaması, sürecin hukukiliği yönündeki hassasiyetin işaretlerini veriyor.
Örneğin, 2011’deki gazeteci gözaltıları ve ‘Radikal baskını’nda yapılanları burada görmüyoruz:
1- Gazete ve televizyon ‘basılmadı’.
2- Gazete ve TV’ye polis girmedi, arama yapılmadı, bilgisayarlara el konmadı.
3- Gazeteciler, yazarlar ve diğer şüpheliler ‘davet’ ve ‘tebligatla’ gözaltına alındı.
4- Gazeteciler ve yazarların ‘evlerine baskın yapılmadı, evleri aranmadı, bilgisayarlarına el konmadı.
5- Ellerine kelepçe vurulmadı, başları eğilerek polis aracına itilmediler.
6- Şüpheliler hakkında -önceki yazıları ve yayınlarının kendilerine hatırlatılması dışında- itibarsızlaştırma kampanyası yapılmadı.
7- Şüpheliler hakkında soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler, varsa ses kayıtları medyaya servis edilmedi, internetten yayına verilmedi.
(Gözaltıların ‘tebligatla’ yapıldığı canlı yayında izlenmesine rağmen’gazete basıldı’ diyenlere başka sözüm yok. Zira Zaman gazetesinin haberlerinde bile ‘polis gazeteyi bastı’ ifadesi yok.)
***
Ve ikinci örnek:
10 Temmuz 2011: Medya devi Rupert Murdoch, kraliyet ailesine yakın isimler ve ünlülere kadar uzanan yasadışı telefon dinleme skandalına adı karışan News of the World (NoW) gazetesini kapattı. Gazete, son sayısında “Telefonlar yasadışı olarak dinlendi ve bundan dolayı üzgünüz. Bunun bir savunması olamaz” ifadesiyle özür de diledi.
Sonuç;
Şener, Şık ve Radikal örneğindeki ‘hukuk dışı usuller’ Zaman-STV olayında cereyan etmedi; bu yargı sürecinin de hukuka uygun ilerleyeceğinin işareti; takip edeceğiz.
NoW örneğinin gündemimize gelip gelmemesini de yargı süreci belirleyecek: Deliller sağlıklı ve ikna edici mi; dava makul sürede görülecek mi?
Bu aşamada söylenecek söz, gözaltındaki Zaman Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın, Şener ve Şık’ın tutuklanması üzerine yazdığı yazıdan farklı değil: “... Bırakın ki, belgeler, bilgiler, bulgular konuşsun. Çünkü içinde insan itibarını sarsmak olduğu gibi, bazı insanları suçlu gösterip oluşturulan psikolojik hava içinde dava etmek, insanları kara propaganda sayesinde örgütlü suç kapsamına alarak mahkûm etmek gibi hedefler güdülüyor. Bu suç değilse, hiçbir şey suç değil. Bu suça ortak olmak gazetecilikse, yerin dibine girsin böyle gazetecilik anlayışı!”