Bu konuda yazan hemen herkes elinde bir “liste”yle çıktı... Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Benim adıma konuşanlara itibar etmeyin. Raconu ben keserim...” açıklamasını, kendileri lehine bir skor sayan arkadaşlar, o an kimlerle çelişki halindelerse, onların isimleri sıraladılar.
Hatırlatırım:
Bunlar, “Reisçi” sıfatını “itham” olarak kullanan arkadaşlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan kimleri kastetti, bilmiyorum.
Bir tahminim de yok.
Bunu, hangi yazısını ayık kafayla yazdığını bilmediğimiz kıt akıllı Milliyet yazarına soracaksınız.
O biliyormuş.
Önceki gün bir şeyler geveledi, hatta seviyesiz yazılar kaleme alan bir yazarın sözlerine atıf yaparak “iz sürdü” (!) ve raconcuları ortaya çıkardı.
Patronuna içki servisi yaparak gruptaki ömrünü uzatan Yozgatlı Kemalist’e sorarsanız, o başka bir isim söyleyecektir.
Herkes meşrebine ve “karın ağrısına” göre üç-beş isim sıralayacaktır.
Ben de meşrebimce birkaç isim sıralayabilirim. Mümkündür...
Fakat anlayamadığım husus şu: “Reisçi” sıfatını bir “suçlama” olarak sağda solda dolaştıran arkadaşlar ne çok meraklıymışlar eleştirdikleri kişilerin yerinde olmaya, ne çok meraklıymışlar “neo-Reisçi” olarak yeniden piyasa yapmaya...
Meraklı turşulara önerim şudur:
Reisçiliğinizin önünde herhangi bir engel bulunmuyor.
İstediğiniz zaman (her an, her saniye) Reisçi olabilirsiniz.
Fakat başkalarının yokluğu, başkalarının tart edilmesi üzerine bina edeceğiniz “Reisçilik”, sizleri bugün eleştirdiğiniz kişilerin durumuna düşürür ki, o zaman “Reis karşıtlığınızın” samimiyeti de tartışmalı hale gelir ve “ahlaksız” muamelesi görürsünüz.
Demedi demeyin!
Dipnot olasıca
Son tahlilde Batı aklını kutsasa da, bir tür “geç Abdullah Cevdet vakası” olarak Batı’nın oryantalist yaklaşımında boncuk bulsa da, “Mısır olmaya can attığımızı” ileri sürse de, demek ki küfretmeden de, muhataplarını aşağılamadan da, kendi saçmalıklarını hatırlatanlara “cahilsiniz, cahil...” diye saydırmadan da eleştiri yazısı yazabiliyormuş.
Demek ki isteyince oluyormuş.
Fakat Abdullah Cevdet’lik kolay kolay bünyeden atılamıyor.
Dünkü yazısında öyle bir şey yapmış ki, paylaşmadan edemedim.
Hatırlayacaksınız, Almanya’nın yanardöner Dışişleri Bakanı Gabriel şöyle bir laf etmişti: “Erdoğan ölçüyü iyice kaçırdı.” Erdoğan’ın buna cevabı ise, “Senin yaşın kaç?” olmuştu.
Politik sayılmayacak ve sadece “tedip” amacı taşıyan bu çıkışa, politik bir karşılık vermek beklenmemeli.
Çünkü Alman politikacılar, ciddi muhatap olma vasıflarını tükettiler.
Çünkü bizim (varsayılan) “yanlışlarımız” onların çıkışlarını haklı kılmıyor.
Gelgelelim, bazı arkadaşlar, inatla ve ısrarla, o çıkışların haklılığı çerçevesinde tartışıyorlar yanlışlarımızı: “Bakın, bütün Batı bize karşı... Bakın, herkes demokrasiden uzaklaştığımızı söylüyor. Bakın, Erdoğan bütün Batı merkezlerinde diktatör diye anılıyor...”, vs...
Batı bize bir şey diyecek diye, asla “politik” olmayan ve terbiyesizlik dozu yüksek bir açıklamaya ciddi karşılık verecek halimiz yok.
Erdoğan, “Senin yaşın kaç?” demeyi tercih etti.
Çok iyi etti.
Siyasetçiler bazen böyle şeyler yaparlar.
Hak edene, hak ettiği cevabı vermek gereklidir.
Hatta elzemdir.
Felaket değildir, ayıp değildir, dünyanın sonu değildir.
Hayır, “dipnot olasıca” yazar meseleye böyle bakmıyor... Erdoğan’ın çıkışını, “Bunun demokratik bir yaklaşımın çok uzağında olduğuna kuşku yok” sözleriyle ve biraz da ülkesi adına utanarak karşılıyor.
Paylaşayım dedim.
Ben güldüm... Biraz da siz gülün istedim.