Birleşmiş Milletleri 5 daimi üyenin iki dudağı arasında mahkûm etmek asla siyaset değildir, aksine zulümdür. 1. Dünya Savaşı’nın şartlarında böyle bir karar alınmış diye ilânihaye bu böyle mi devam edecektir? Gençler yeni bir kampanya başlattılar, ‘Dünya beşten büyüktür’ diye. Ben de bu kampanyayı destekliyorum. Evet, dünya, beşten büyüktür”.
Başbakan Erdoğan bu cümleleri önceki gün kurdu ama BM’nin yapısını hedef alan eleştiri ve önerilerini ilk kez dile getirmiyor.
2011’de BM’de yaptığı tarihi konuşmada aynen şöyle demişti:
“Açık söylemek zorundaydım ki, BM bugün insanlığın umutlarını geleceğini tehdit eden korkulara galip kılacak bir liderlik sergileyemiyor. BM belli ülkelerin çıkarları ve vesayeti istikametinde değil, bütün insanlığın hukukunu korumayı esas almak üzere yeniden yapılanmak ve vizyonunu yenilemek zorundadır”.
Esed’in kulağı
Soğuk savaş dönemi şartlarında oluşan yapısı ne 90’ların yeni dünya düzenine, ne sonrasına uyarlanamadığı; siyasi kararların yürütme organı olan Güvenlik Konseyi beş daimi üyenin çıkarlarına odaklanarak ortak insanlık değerlerine ideallerine ihanet ettiği içindir ki, BM’nin küresel hakem olma özelliği giderek artan tonda sorgulanıyor.
90’larda Ruanda ve Bosna Hersek’te edinilen kötü sicil, 2013’te Mısır ve Suriye’de kabarıyor, Ortadoğu şartlarında iyice iç karartıyor.
Güvenlik Konseyi daimi üyesi Rusya ve Çin’in şaşmaz vetosu nedeniyle BM’nin Esed rejimini kınamaktan bile aciz oluşu, haliyle başka caydırıcı mekanizmaları zaruri kılıyor.
O yüzden gözler Washington’a çevriliyor, o yüzden Obama, ABD’nin “dünya muhtarlığı” pozisyonunu yitirmemek için hiç değilse göstermelik bir kulak çekme operasyonu yapabileceklerini söylüyor.
Elbette hem Suriye özelinde hem genel manada son derece palyatif, asimetrik ve antidemokratik tedbirler bunlar.
Kalıcı bir yol yöntem bulmak şart lakin 5 daimi üyenin 193 ülke üzerinde kurduğu tahakkümü ve BM’nin de güvence altına aldığı ortak kadim değerlere acilen dönülmesi çağrısını, yoksa gidişatın gidişat olmadığını yüksek sesle söyleyen ülke bile yok, Türkiye’den başka.
Küresel vesayet
Görünen o ki Türkiye, Mısır ve Suriye’de kanı ve adaletsizliği durduracak, tarafları siyasetin meşru yollarına çekebilecek bir formül için uğraşırken bir yandan da, sivil siyasetin alanını genişletmek ve vesayet düzenini geriletmek için içerde verdiği mücadelenin bir benzerini küresel çapta vermek zorunda.
İlkelerden ve hakkaniyetten vazgeçmediği, diplomasinin imkânlarını, siyasetin dilini kullandığı müddetçe yalnızlığı geçici, kadim değerlerin ve ortak iyinin tesisi için aldığı sonuçlar kalıcı olacaktır.
Öte yandan bölgede yaşanan her şeyi Hükümetin seçiminin bir sonucuymuş, çözüm Başbakan’ın uhdesindeymiş de esirgiyormuş gibi değerlendirmek ve hesabı iktidara yazmak sırf AK Parti’ye muhalefet için yapılıyor bile olsa ne ahlaken ne siyaseten doğru.
İnsani değerler, demokratik ilkeler çiğnenip siviller sistematik olarak öldürülürken sırf reel politik adına hiçbir şey olmamış gibi yapmanın doğru tarafı olamaz.
Bu anlamda Türkiye hem doğru yerde duruyor, hem de kadim değerleri hatırlatıp aktif siyaset yürüterek doğrusunu yapıyor.
Baksanıza, BM’nin ihanet ettiği değerleri ve kaybettiği prestiji bugün bir Rabia bir Türkiye taşıyor.
Evet, Rabia BM’den büyüktür.
***
20.8.2013 günü yayınlanan “Gezi Rabia’ya düşman mı” başlıklı yazımda Gezi olayları sırasında Can Dündar’ın bir televizyon kanalına bağlanarak “annelerin kucağından çocukları alıyorlar” dediğinden bahsetmiş ve infial duygusunun yayılması bağlamında kendisini eleştirmiş idim. Sıcağı sıcağına izlediğim videoyu Dündar’ın hatırlatması üzerine bir kez daha izledim. Kurduğu cümlenin vurgusu “annelerinin kucağında çocukları alıyorlar” şeklinde. Konuşmanın havası, tonlaması ve başka vurgular nedeniyle yanlış anlamaya müsait olmakla birlikte, cümle aktarımındaki hata tamamen bana aittir. Düzeltir özür dilerim.