Ricardo Quaresma konusunda son dönem o kadar çok şey yazdım ki artık ne desem tekrara girecek. Ama Q7 serüveni nereye varırsa varsın, yanıtını aramayı sürdüreceğim bir konu var elbet: Samet Aybaba’nın ara sıra nükseden “Q7 sistemime uymuyor” mealindeki açıklamaları. Bunun gerekçesini hala tam anlayabilmiş değilim. Çünkü aynı Aybaba “pas yapan bir takım” oluşturmaya çalıştığını söylüyor, hatta bir söyleşide Barcelona örneğini verdi yanılmıyorsam.
Pas yapan bir takımda Q7’nin ne yapıp yapamayacağını anlamak için Barça’ya falan uzanmak gerekmiyor, Schuster dönemine bakmamız yeterli. Hani şu sürekli pas organizasyonu deneyen, maçın büyük bölümünü rakip yarı sahada oynayan, çok ciddi bir top hakimiyeti yüzdesi edinen takıma. Hatları birbirine yakın, sürekli yer değiştirerek bol paslı ve yardımlaşmalı oynayan o takıma, daha ortada ara transferler yokken, sadece Q7 ve Guti’nin nasıl bir katkıda bulunduğunu hatırlayan var mı acaba?
Schuster’e “Sistemi yok!” eleştirisi getirilen bir “futbol ülkesi”nde bunu hatırlayan yorumcu da pek olmaz sanırım. Ama Beşiktaş’a Schuster dönemini andırır bir “pozitif futbol” oynatmaya çalışan Samet Aybaba, üstelik geçen sezon kendisinin de dillendirdiği bu gerçeğe, yani Q7’nin böyle bir düzende pekala verimli olacağı gerçeğine neden yüz çeviriyor, anlamakta zorluk yaşıyorum.
Ha, bir de “Q7 bencil oynuyor” safsatası var. Geçen sezon kendine oynamış Q7. Geçen sezon kimbilir kaç defa yazdım bu konuda: Takımın boyunu 70 mt’ye çıkarır, hatlar arasındaki bağlantıyı koparır, oyuncuları birbirinden bu kadar uzak düşürürseniz, Q7 dahil her oyuncu öyle görünür. Teknik kapasitesine güvenmeyen top şişirir, Q7 gibisi ise rakip kalabalığın içinde kendine umutsuz bir çıkış yolu arar.
Mourinho’nun Barça gibi rakipler karşısında görece “tedbirli” bir anlayışı benimsediği maçlara bakın, orada C. Ronaldo hiç bencil bir görüntü vermiyor sanki, değil mi? Tam da bizim yorumcuların üstüne atlayacağı gibi “kendine oynuyor.” Ya Madrid’in rakip üzerinde baskı kurduğu maçlarda? Sürekli yer değiştiren, asistçi bir kimliğe bürünen, arkadaşlarına yakın oynayan, gerektiğinde çilingirliğe soyunan o C. Ronaldo ile Schuster’li Q7 arasında ne fark vardı?
Elbette Real Madrid bir yıldızlar topluluğu. Yükün dağılımı ve “bencillik” açısından Beşiktaş’tan çok daha sorunlu. Son dönemdeki C. Ronaldo tartışmaları da cabası. Şimdilerde herkesin ağzındaki tanımla “çok koşan ve savaşan” Beşiktaş’ta Q7 gibi bir oyuncunun yükünü çekmek Madrid’e göre çok daha kolay değil mi artık? Şimdi biri çıkar “Nerede Q7’de C. Ronaldo’daki yetenek?” falan da der, ona da şaşırmam doğrusu.
Q7 “takım oyuncusu” tanımına pek uymayan çok sayıda addan biri sadece. Dünya üzerinde nice kulüp ve teknik heyet böyle oyunculardan yararlanmanın yolunu bulurken, Beşiktaş’ın yaptığını anlamak mümkün değil. Aybaba’nın gerekçesini anlamak hiç mümkün değil. Eğer bu, kendisine dikte edilen bir gerekçeyse, o durumdan da hiç mi hiç hoşlanmıyorum doğrusu.