Bunun ne önemi var, Suriye’de PYD artık güçlü bir aktör, diyenler olabilir. Ama bu iktidar alanının nasıl oluştuğu anlaşılmadan, Türkiye’deki ‘çözüm sürecini’ etkilemeye devam edip etmeyeceğini ve PYD’yi destekleyen Suriyeli Kürtleri gelecekte neyin beklediğini anlamak mümkün olmaz.
Dolayısıyla PKK yöneticilerinin 17 Ekim devriminden, hatta 1789 Fransız devriminden bile önemli gördükleri ‘Rojava Devriminin’ nasıl oluştuğuna, daha doğrusu hangi iktidarı korumak bahasına oluştuğuna bakmak önemlidir.
Esad rejimi, 19-24 Temmuz 2012 tarihleri arasında, bir anlaşmanın sonucu olarak, Rojava’nın büyük bir bölümünü, Cizire Kobani ve Afrin’i nerdeyse savaşmadan PYD’nin kurduğu YPG’ye teslim etti ve ordu, donanım ve cephanesinin büyük bir bölümünü bırakıp bölgeden çekildi. Ancak rejim havaalanı, tren garı resmi daire binası ve kamışlı şehrindeki stratejik açıdan önemli noktaları denetlemeye devam ediyor.
***
PYD, Kürtler’in başka halklar ve azınlıklarla beraber yaşadığı bölgelerde oluşturduğu iktidarını, asıl olarak rejime borçludur.
Esad rejimi, sadece askeri güç ve istihbarat örgütüyle değil, bilhassa işveren olarak da Kantonların ilan edildiği Rojava bölgesindeki şehirlerde varlığını sürdürüyor. Okulların ve memurların maaşını Esad ödüyor. Rejim aleyhtarlığı yapıp gösterilere katılan memurlar işten çıkarılıyor veya tutuklanıyor. Rojava’da dağıtılan okul karnelerinin başında Başkan Esad’ın fotoğrafı var. Eğitim müfredatı hala Baasçı eğitimin müfredatına dayalı. PYD, sadece Kürtçe öğreten bazı okullarda maaş ödüyor.
PYD’nin iktidar alanlarında ciddi bir meşruiyet sorunu var, bu sorunu gidermek için azınlıkların yönetime dahil edilmesi bir çare olarak düşünüldü ama bu çarenin yarar sağladığı söylenemez. Kantonlarda yaşayan Ermeni nüfus, Katolik Süryani halk, Kanton yönetimine değil, Esad rejimine bağlı.
***
Kantonların bir ‘Toplum Sözleşmesi’ var. O sözleşmede şöyle deniliyor:
‘Özgürlük ve inanca saygı için bizler Kürtler, Araplar ve Süryaniler (Asuri ve Arami) Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.’
Bu ifadeler hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor. Rojava bölgesinde yaşayan Araplar ve Türkmenler yerlerinden yurtlarından ediliyor. Ermeniler’in eski rejime sadakati ise sürüyor. ‘Toplum Sözleşmesinde’ onlardan tek kelimeyle söz edilmemesinin nedeni bu.
Süryaniler’in Kantonlara sunduğu destek ve yönetime katılma oranı da istenen düzeyde değil. Süryaniler kendi aralarında bir bölünme yaşıyorlar. Ortodoks Süryaniler yeni rejimi desteklerken, Katolik Süryaniler rejime sadakati sürdürüyor. Süryani Katolik Başpiskoposu, Behnan Hindo, Vatikan’da yayınlanan bir demecinde, ‘Bölgede bu her tür değişiklik yerli halkın üç bileşeni yani Kürtler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından mutabık kalınarak kabul edilmelidir’ diyordu. Ve yine yirmi bakandan oluşan Kanton kabinesine sadece üç Hıristiyan’ın alınması, ‘Onay alma çabasından başka bir şey değil’ diye de ekliyordu.
***
Kantonlar’da eski ve yeni rejimin yan yana yaşamasının yarattığı sorunlarla ilgili olarak ‘Suriye Kürdistanı’nda Savaş Ve Devrim’ kitabının yazarı Thomas Schmidinger’in kitabı için Salih Müslim’le gerçekleştirdiği röportaj sorularından biri şuydu:
‘Son aylarda Kürt özyönetiminin başkenti Kamışlı’da rejim varlığını açıkça daha fazla gösterdi. 14 Kasım’da (2014) Baas Partisi yandaşları, Kamışlı’da gösteri yapıp ‘Kanımız ruhumuz sana feda ey Beşar’ gibi alışıldık sloganlarını engellenmeden atabildiler. Rejimin emniyet güçleri Kürt bölgelerinde faal görünüyor. Kasım’da ordu gizli servisi ünlü şarkıcı Ömer Şerif’i tutukladı. 18 Aralıkta beş yolcu ve bir taksi şoförü 26 Aralıkta Kürt Gençlik Hareketinden iki aktivist rejimin emniyet güçlerince Kamışlı’da tutuklandı. Kürt özyönetiminin başkentini kim kontrol ediyor, rejim mi Kürtler mi?’
Salih Müslim:
‘Rejim tamamen geri çekilmedi. Kamışlı’daki durum, çok karışık. Sadece rejimin kontrolü altında olan havaalanı değil, Arapların yaşadığı mahaller de öyle. Kamışlı’da 35 üyesiyle hala Esad’ı destekleyen Tay adında bir Arap aşireti var. Bu Arap aşiretinin yaşadığı mahalleler bizim kontrolümüzde değil. Baas Partisinin gösterisi ve tutuklamalar bu mahallerde yaşandı. Haseke’de durum daha da zor. Orada Kürt mahallerini biz kontrol ediyoruz. Arap mahallerinin bir kısmını rejim bir kısmını İslamcı muhalefet kontrol ediyor...’
***
Bu karmaşık, iç içe geçmiş, dini ve etnik sosyolojisiyle hemen hiçbir yere benzemeyen coğrafyada, halkların rızası olmadan ilan edilen Kantonlar’ın bir geleceği olabilir mi?
Kürtler’in özgürlük talepleri, başka halkları Kanton yönetimine mecbur etmekten geçebilir mi?
Varlığını önemli oranda eski rejime borçlu bir yönetim ne kadar yeni, adil ve meşru sayılabilir?
Bir devlet ve bir lider düşünün ki, kendi iktidarını biraz daha uzatmak için, ülke topraklarının bir kısmını, bir gruba teslim etmiş, o grupla savaşmıyor, tersine yan yana yaşıyor..
PYD yetkilileri de Rojava’nın bu gerçeğini hiçbir zaman inkar etmediler.
Rojava’da özyönetim veya Kanton idaresi, tarihin kaydettiği en önemli yanılsamalardan biridir.
Bu yanılsamanın siyasi/maddi manevi maliyetini, bu bölgede yaşayan halklar fazlasıyla ödedi ve daha da ödemeye devam edecek. Esad rejiminin hedefi ise bu maliyeti Türkiye’nin içine taşımak.
Ortada iddia edildiği gibi, Türkiye’deki Kürt sorununun Ortadoğulaşması filan değil, Türkiye Kürtlerinin bir yanılsamaya ortak edilmek istenmesi var. Kobanê üzerinden başarılı da olundu.
Oysa, PKK tarihindeki bu ikinci yanılsamanın da ne ona ne Kürtler’e bir faydası olmayacak. Birinci yanılsamanın olmadığı gibi. Neydi o hatırlayalım:
Bağımsız, Birleşik Sosyalist Kürdistan!.
İlk PKK paradigması olan ‘Bağımsız, Birleşik, Sosyalist Kürdistan’dan geriye ne kaldıysa, Rojava Kantonlarından geriye kalan da aşağı yukarı o olacak..