Türkiye, iki gündür PYD’yi vuruyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin aleyhine bir yapılanmaya izin vermeyeceklerini son derece açık bir dille ifade etmişti. Devletin zirvesindeki kararlılık, şimdi bu hamleyle ete kemiğe bürünmüş durumda.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, angajman kuralları gereği Azez ve çevresinde tehdit oluşturan güçlere karşı mukabelede bulunulduğunu belirtti. Ancak Davutoğlu’nun asıl önemli açıklamaları, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la yaptığı görüşmeden sonra geldi.
Üç başlık vurgulandı görüşmede Ankara tarafından. Birincisi YPG derhal, Azez ve çevresinden uzaklaşacak. İkincisi koridoru tekrar kırma çabalarında bulunmayacak ve üçüncüsü Minnak Havaalanı’nı, Türkiye’ye veya muhalefete karşı kullanma hevesine kapılmayacak. Ayrıca havaalanını derhal boşaltacak.
Elbette Türkiye uluslararası hukuka uygun biçimde hareket ediyor. Kimsenin bu operasyonla ilgili meşruiyet tartışması yapmaya hakkı yok. İşte tam da bu nedenle, birileri tartışmayı çok farklı boyutlara taşımak istiyor.
Türkiye’nin daha önce PYD ile doğrudan temas ettiğini ve Salih Müslim’le görüşmeler yaptığını hatırlatanlar, şimdi nasıl bu noktaya gelindiğini soruyorlar. Başka bir ifadeyle şunu dillendiriyorlar. Önce masaya oturduğunuz PYD ile şimdi neden çatışma halindesiniz?
Olup biteni gözden kaçırırsanız, bu soru ilk bakışta masum gibi görünebilir. Türkiye, bir yandan kendi içinde, diğer yanda yakın coğrafyasındaki Kürtlerle kurduğu ilişkilerde, kimsenin beklemediği önemli adımlar ve cesur hamleler yaptı son on yılda. Nitekim bu hamlelerin sonucudur ki Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetimi ile ilişkiler, her iki tarafın da lehine olacak biçimde gelişmeye devam ediyor. Bu ilişkileri, sadece güvenlik merkezli olmaktan çıkarıp, ekonomi, enerji ve hemen tüm alanlarda ciddi bir entegrasyon hamlesi olarak sürdürüyor Türkiye.
Böyle bir hamleyi yapan bir ülkenin, yanı başındaki başka bir alanda farklı niyetlere sahip olduğunu, anlaşmak varken çatıştığını söylemek için biraz insaf lâzım.
Öncelikle, Suriye sorununda dengeleri ve kimin nerede durduğunu doğru okumak gerekiyor. PYD-YPG, hala rejimle birlikte hareket ediyor, kendi geleceğini Beşer Esad’la, dolayısıyla da onu destekleyen ve her gün biraz daha Suriye’yi kan gölüne çeviren güçlerle birleştirmiş durumda. PYD ile geçmişte temas kurulmuş olması, Salih Müslim’in Türkiye’ye gelip gitmesi, bu örgütün yaptığı her faaliyete göz yumulacağı anlamına mı geliyor?
Türkiye’yi sürekli olarak sözünü tutmamakla, müzakereden ve barıştan kaçmakla suçlayanların görmesi gereken şu: PYD, Suriye ve bölgesel sorunlarda kendisine bir yer seçti ve bunun bedelini ödemeden tekrar muhatap alınması sözkonusu değil. PYD’nin PKK ile organik bağı ve böylece bir terör örgütü olarak sahnede yer almasını, öylesine bir ilişki gibi gözden kaçırmak isteyenler, bu örgütlerin birileri tarafından Türkiye’ye karşı nasıl kullanıldığını daha ne kadar saklayacaklar?
PYD, tıpkı PKK’nın Türkiye’de yaptığı gibi kendi bulunduğu alanda diğer Kürt örgütlerini ve partilerini geri plana iterek öne çıktı. Buna rağmen ve rejimle olan karanlık bağlarını sürdürdüğü halde Ankara kendisine şans tanıdı. PYD, Rusya’nın da doğrudan savaşın içine girmesi, ABD’nin kendisine açık desteği ile bu yaklaşıma sırt çevirdi.
Bugün Türkiye’de birileri önemli bir noktayı gözden kaçırıyor. PKK’ya ve PYD’ye karşı olmak, teröre karşı olmaktır. ABD’ye ve Rusya’ya karşı olmaktır. Ama asla Kürtlere karşı olmak değildir. Bu durum Türkiye Kürtleri için de, Suriye ve Irak Kürtleri için de geçerlidir.
PYD’ye karşı yapılan operasyon, sadece angajman çerçevesinde değil, siyasi ve stratejik olarak da doğrudur. Türkiye’nin uzattığı eli değil, bölge dışından gelen güçleri tercih edenler, bu coğrafyada kimin kalıcı, kimin gidici olduğunu öğreninceye kadar ders almaya devam edecektir.