Başından itibaren savunduğum tezi ve gördüğüm tabloyu bir kez daha, ancak bu kez farklı ayrıntılarla sizlerle paylaşmak istiyorum.
Türkiye-Rusya ilişkileri, üstelik Suriye krizine rağmen sanıldığından daha ciddi ve çok boyutlu olarak devam ediyor. Ankara’nın önümüzdeki günlerde Putin’i ağırlayacak olması, bir bakıma bu durumun ilanı sayılır.
Geçtiğimiz yıl, iki ülke dışişleri bakanları arasında yapılan ve Moskova’da imzalanan 30 maddelik mutabakat metnini, defalarca gündeme getirmeme rağmen, Allah’ın bir tek kulu çıkıp o metinden ve kapsamından söz etmedi.
Oysa, Ahmet Davutoğlu ve Sergei Lavrov arasında imzalanan mutabakat, bu iki ülkenin yaşanan ve yaşanması muhtemel krizlere rağmen her şeyi konuşabilecek durumda olduğunu gösteriyordu.
Rusya’nın İslam dünyasına yönelik ağabeylik/hamilik arzusu elbette yeni değil. Bunu hemen her sorunda bir şekilde dışa vuruyor. Öte yandan Suriye meselesinde Rusya’nın gövdesini koyarak gösterdiği tavır, ABD ile yaşadığı bir çatışmayı değil, bir paylaşımı ya da uzlaşmayı gösteriyor aslında.
***
Daha açık ifade edersek, ABD ve Rusya, Suriye’nin değişimi ve yeni rejimin aktörleri konusunda bir mutabakat halindeler. O nedenle ABD’nin ‘Suriye ilgisizliği’ yaklaşan seçim sürecinden beslense de, asıl neden Moskova’ya ‘’Şam’ın değişimi senin elinde’’ kozunun verilmesi. Böyle bir jest karşılığında ABD’nin Rusya’dan ne aldığını Orta Asya’da Pasifik’e kadar uzanan alanda aramak daha doğru olur.
Gelelim güncel soruna. Suriye’nin Türkiye’ye yönelik saldırılarını ısrarla devam ettirmesi, aslında üç başlıkla okunabilir.
Birincisi; AK Parti kongresinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi ve Hamas lideri Halid Meşal üzerinden gerçekleştirdiği meydan okumaya bir cevap.
İkincisi; Rusya’nın kontrolünde tuttuğu değişim süreciyle birlikte Ankara’ya ‘’İpler benim elimde, muhaliflerden desteğini çek’’ mesajı. Şam yönetiminin, Moskova’nın göz yumması olmaksızın Türkiye’ye saldırma ihtimalinin sıfır olduğunu unutmayalım.
Üçüncüsü; coğrafyamızın şaşırtıcı armağanlarından birisi olarak Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde etkinlik elde etmesinin yolunun açılması.
Saldırıyı yapan ve saldırıya uğrayan bunun ne kadar farkında, bilinmez. Ama ilk bakışta birbiriyle çelişkili gibi görünen bu üç başlık, Ankara’nın Sünni Arap Nusayriler ve Hıristiyanlar üzerindeki değişim arzusunun sona ermesi, ağırlıklı olarak Kürtler’le ilgilenmesi anlamına geliyor.
***
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye ziyareti, bu paylaşımın köşe taşlarının daha da belirgin hale geleceği bir milat olarak görülebilir. Kuşkusuz Rusya’nın nerede durduğu ve Suriye üzerindeki rolünü başarıyla oynayıp oynayamayacağı, aynı zamanda İran’ın ve uzak aktör Çin’in tavrını da etkileyecektir.
Görüşmelerin resmi gündeminde yer alıp almayacağını bilmiyoruz. Ancak Moskova’nın Tahran-Şam hattındaki gücü üzerinden, Türkiye’nin uğradığı ağır terör baskısının masada olacağı söylenebilir.
Bu ilişkilerin ekonomik boyutuna da değinerek tamamlayalım. Marmara Üniversitesi Rektör Yardımcısı Hasan Selçuk’un şu değerlendirmesi önemli:
‘2011 yılı itibariyle, Rusya’ya direk yatırım gerçekleştiren Türk sermayesi 7,3 milyar dolara ulaştı. Diğer yandan, Türkiye’ye yatırım yapan Rus sermayesi ise 6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Yine bu tarih itibariyle, Türkiye’deki toplam Rus sermayesi 20.3 milyar dolara ulaştı. Bu ilişkilerin geldiği boyutu göstermede çok önemli bir örnek.’ (St. Petersburg’da faaliyette bulunan Rus-Türk Kültür Merkezi ve St. Petersburg Devlet Üniversitesi işbirliğiyle düzenlenen sempozyumda yaptığı konuşmadan.)
Putin’in gelişini daha çok konuşacağız.