Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kritik ziyareti yaklaşırken, Türkiye-Rusya ilişkilerine birkaç pencere açmak yararlı olabilir.
Ankara’nın bölge politikaları üzerine farklı alternatifler üzerinde durması, elbette bugüne ait bir arayış değil. Hatta şunu rahatlıkla söylemek mümkün. Sorunların en kritik dönemlerinde bile, farklı zeminlerde farklı ittifaklar oluşturma çabası oldu Türkiye’nin.
Bu durumun en çarpıcı örneği Suriye. Komşu ülkede yaşananların, herkesten daha fazla bizi ilgilendirdiği ve etkilediği ortada. Bu sadece topraklarımızda yüzbinlerce mültecinin yaşamasıyla sınırlı bir etki de değil. Bu ülkede yaşananlar, aynı zamanda tüm bölgemizde ve daha geniş bir alanda İslam dünyasında etkiler ve sonuçlar doğuruyor.
Türkiye’yi Suriye konusunda başarısız bulanlar, peşinen yenik ilan edenler, hem aceleci davranıyor, hem de yakın gelecekle ilgili ciddi bir öngörüye sahip değiller. Oysa artık ayrılmaz, sarsılmaz ve tartışılmaz ittifakların bittiği, yerine daha kısa süreli ittifakların kurulduğu bir dönemdeyiz. Ülkeler bir sorun üzerinde kıyasıya çatışırken, bir başka konuda müzakere ya da ittifak kurabiliyor.
Rusya ve Türkiye ilişkilerini, anlamakta zorluk çekenlerin, bölgeye ve dünyaya bir de bu pencereden bakmaları ufuk açıcı olabilir. Suriye üzerinde yaşanan görüş ayrılığı, iki ülke arasındaki ilişkileri beklendiği gibi etkilemedi. Hatta aksine şimdi Ankara-Moskova hattının bu sorun üzerinde konuşacakları daha fazla değer kazandı. İki yıl önce yazdığım bir değerlendirmeden bazı satırları aktarmak istiyorum izninizle:
‘Suriye konusunda Rusya’nın ağırlığı her geçen gün daha fazla hissediliyor. Bu sorunu sadece ABD-Fransa ekseninde ele alanların tezlerini bir kez daha gözden geçirmesinin zamanıdır.
Rusya’nın durduk yerde Suriye’ye ilgisini artırdığını düşünenler, öncelikle SSCB döneminden gelen bağların hangi boyutlarda olduğunu ihmal ediyor.
Kuşkusuz Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Sovyet İmparatorluğu’nun ilgi alanı bir hayli daraldı. Ancak bu durum, kilit önem taşıyan ülke ya da bölgeler söz konusu olunca, beklenmedik çıkışlarla değişebiliyor.
Suriye’nin uluslararası çatışmaların neredeyse kalbi haline gelmesi tesadüf değil. İran açısından 30 yıllık bir stratejik yatırım; bir başka ifadeyle bu ülkenin Lübnan, Filistin, İsrail merkezli politikalarının da merkez ülkesi Suriye.
Rusya için Şam’daki rejimin varlığı, daha doğrusu bu saatten sonra nasıl değişeceği, öncelikle Arap Baharı’yla şekillenen ‘yeni coğrafya’da var olup olmama mücadelesi.’ (Star, 12 Mart 2012)
Tüm bunları değerlendirirken, birkaç noktanın altını çizmekte yarar var.
Bir: Nerede durduğunuzu sık sık gözden geçirmeniz, kendinizi daima haklı bulmanızdan iyidir. Bölgenin, coğrafyanın ve tarihin dinamikleri size ne söylüyor, soğukkanlı biçimde kulak vermekte yarar var.
İki: Suriye’de gelinen noktanın sadece Suriye’den ibaret olmadığını dikkate almalıyız. Daha büyük değil, çok daha büyük bir operasyonun kodları, Şam’daki rejimi ayakta tutuyor.
Üç: Arap Baharı, ardından ortaya çıkan hareketlilik, Mısır’daki darbe, Suriye’deki kilitlenme büyük resimde Türkiye’yi de içine alan mesajlar veriyor. Değişimin heyecan verici rüzgarı elbette güzel, ama tuzaklardan uzak durmak kaydıyla.
Dört: Çözüm süreci, Alevi açılımı dahil bütün kritik hamleler, Türkiye’nin iç politikasıyla sınırlı olamayacak kadar hassas süreçler. Muhalefetin bunu devlet politikası olarak görmesi ve katkı sağlaması gerekiyor.
Rusya başlığına devam edeceğiz. Çünkü Putin’in gelişinden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.