Tv. kanallarında bazıları, saatlerce süren tartışma programları oluyor. -Herkesin kendi anlayışına göre- faydalı veya aykırı konular..
Fırsat bulursa, bazılarına ‘fakir’ de ister-istemez göz atıyor. 4 akşam önce, 5 tartışmacının bulunduğu bir program vardı HT kanalında.. Ayasofya, resmî ideolojinin kutsal bildiği ilkeler veya isimler ve son 150-200 yıllık tarihimizle ilgili çeşitli konular tartışılıyordu.
Üstelik de hiç yeri bile değilken, o tartışmacılardan bir eski m.vekili kişi, Sultan 2. Abdulhamîd’in ‘ilâhlaştırıldığı’ndan dert yanmaz mı?
Bu kişi, hani, her siyasî kişinin bir takım hatalarının olduğundan söz edip, tarihe intikal eden kişilerin hata veya doğrularıyla birlikte değerlendirilmesi ve tarihten ancak bu şekilde ders alınabileceğinden söz etseydi, üzerinde durulabilirdi.
Ama, anlaşılıyordu ki, siyasî bir ölü kişiyi ‘put’laştıranların, kendi ‘ilâhlaştırdıkları kişi’ye, rakib çıkacağı, ‘şirk/ortak’ koşulacağı hayaline bile tahammülleri yoktu. O kişinin son 100-150 yıllık tarihe dair diğer değerlendirmeleri de hep kendi ‘put’unu daha bir yaldızlamaya ve diğer herkesi ise karalamaya yönelik olduğu için, böyle birisiyle neyi ve nasıl tartışacaksın?
**
Bu vesileyle bu tartışma programlarına da değinmekte fayda var.. Çoğu programlarda kanal sahibi sermayenin ve ‘sunucu’ların kendi programlarının câzib ve çok izlenebilir olması için kimleri çağıracağını belirlemeleri ve izlenebilirlik ölçümlerine göre alacakları reklâmları hesab etmeleri gerekli..
Genelde, hükûmete veya muhalefete yakın olarak bilinen kanalların, o siyasî odaklarca yönlendirildiği sanılır. Ama, yarım asra yaklaşan yazı hayatında olan bir kimse olarak, direkt siyasî bir hareketin yayın organı dışındaki yayınlarda, böyle direktif ve dikte uygulamalarının genel bir yöntem olduğuna ihtimal vermiyorum. Ama, bu gibi müdahale ihtimallerinin ‘şüyûu, vukûundan beter’dir.
Ancak, temel yanlışlık şu olsa gerek: Genelde, iktidarı destekleyen yazar- çizer kesiminin mutlaka ‘iktidar tarafından kurulduğu’; muhalif olanların ise, özgür düşünceli imiş gibi kabul edilmeleri..
Dahası, ‘aydın’ sayılmak için muhalif olmanın gerekli olduğu gibi bir kanaatin, özellikle genç nesillerin beyinlerine pompalanmak istenmesi…
*
Bu açıdan yapılan tartışmalarda açıklanan fikirleri, -istisnaları olsa bile- bütünüyle bazı odaklarca dikte olunan görüşler olarak düşünmek doğru olmasa gerek..
İstisna deyince..
Meselâ.. Böyle bir istisnaîliği, iktidarın destekçisi havasında, kanaldan kanala koşan ve girdiği tartışma programlarında bir taraftan da, resmî ideolojinin müdafîi görünümünde olan bir ‘politik-leng’ figür hakkında söylemek mümkündür. Özel kanallar, bu gibi ‘figür’leri çeşitli hesaplarla davet eder ve o gibiler de kendilerini destekledikleri siyasî gücün sözcüsü gibi gösterebilirler. Halbuki, o gibiler, ‘yumuşak demir’ hükmündedirler ve güçlü bir mıknatıs görünce o tarafa doğru yönelirler ve kendi siyasî veya ideolojik eğilimlerine bu yönelmelerden bir güç devşirmek ümidi içindedirler.
*
İdeolojik siyasî hareketler, dar çerçeveler içinde sınırları keskin duvarlarla çevrilmiş ilkeler dairesinde hareket ederler; kitle partileri ise, toplumun tamamını teşkil eden her kesin sözcüsü olmak iddiasıyla ve onlardan birilerine kendi bünyelerinde yer vermeyi tercih ederler.
Buna bir örnek vermek gerekirse..
Süleyman Demirel’in başbakanlığı sırasında Meclis’te bir muhalefet m.vekili vardı ve Demirel’e, ağza alınmayacak kadar çirkin lâflar ederdi. Fakat, o kişi, bir seçim öncesinde kendi partisinden ayrılıp Demirel’in partisi’ne geçmek istediğinde, parti içinde bir itiraz dalgası oluştu.. Demirel’e itiraz ettiler, ‘Efendim, öyle birisini nasıl kabul edebilirsiniz?’ dediler.
Demirel, ‘İyi ya işte.. Orada durup bizim tarafa havlayacağına, bizim yanımızda durup o tarafa havlasın..’ dedi.
Ne tarafa yöneleceği belli olmayan bu gibi tiplerin siyasî arenadaki yerlerini herhalde bu örnek daha iyi anlatır.