Orada öylece duruyor, başını çıkarabilme cesareti bulduğu noktada hamleyi yapıyor.
Artık kimi yutabilirse...
“Mahalle baskısı” canavarı.
Akil İnsanlar heyetinde görev almak bir cesaret işi.
Tayyip Erdoğan’la birlikte Yemen Türküsü okumak bir cesaret işi.
Tayyip Erdoğan’ın elinden ödül almak bir cesaret işi.
Alevilere yönelik çözüm arayışında Hükümet’e kredi açmak cesaret işi.
Yavuz Bingöl’ün anasından emdiği sütü burnundan getirdiler.
Alev Alatlı’yı boy hedefi yaptılar.
Kadir İnanır ya da Hülya Koçyiğit hedef alınanlardan oldu.
Yılların Mustafa Timisisi, Başbakan’la muhabbet buluşmasından dolayı darağacına çekildi.
“Hızır Paşa” ilan edilmek, “AKP yalakası olmak”, “Aydın vasfına ihanet etmek” işten bile değil.
Sinema dünyasından olup da, başınızı örtmeye karar verin bakalım, nelere hedef olursunuz.
“Mahalle baskısı”nın en katmerlisi, Ak Parti karşıtı koalisyon tarafından yürütülüyor.
Ortak tanımlama için tek bir vasıfları yok. Bir kısım liberal olurlar bazen, bir kısım laik, bir kısım kemalist olurlar, voltranı oluşturduklarında hedef aldıklarını boğarlar.
Yalnız şunu söylemek gerekir ki, bunların hükmü, hala onların bu ülkede bir yaptırım gücü olduğuna inananlar üzerinde geçerlidir.
Mesela Yavuz Bingöl’e baktım, garibim, Hürriyet’in çarmıhına gerilmeyi çok önemsiyor olmalı ki, daraldı, bunaldı, savunma ihtiyacı içine girdi.
Ama bunu Alev Alatlı’ya yapamazsınız, çünkü o, bu çevrenin ruh pörsümesinin farkındadır ve zaten o ruh pörsümesine isyan ile yol almaktadır.
Demem o ki, bu kuşatma belki bir süre daha hükmünü icra edebilir, ama Türkiye’nin özgürlük yürüyüşü bu canavarın miadını doldurmaktadır.
Hoş, 12 yıllık Ak Parti iktidarından sonra bile, bu iktidara yakın gözükmeyi adeta bir suç haline getirebilmek, o çevrelerdeki tedhiş potansiyelinin ne ölçüde derin olduğunu göstermektedir.
Bu yapının, vaktiyle TSK’nın, yargının, medyanın, iş dünyasının, bürokrasinin desteğine de sahip olduğunu düşündüğünüzde dünlerde Türkiye’de nasıl bir cendere düzeni olduğunu görürsünüz. Bugün, TSK önemli ölçüde kendi görev alanına dönmüş, sistem açısından üst denetleyici rolünü bırakmış, yargının jüristokrasik rolü önemli ölçüde sınırlanmış, medya çeşitlenmiş, bürokrasi iktidarları terbiye etme rolünü kaybetmiş, iş dünyası ve sivil toplum camiası farklılaşmış... Buna rağmen, diyorum, hala canavar başını çıkarıp, bazı alanlara elini uzatabiliyor ve boğma girişiminde bulunabiliyor.
“Mahalle baskısı”nın 2014’te bile devreye girebilmesinin asıl fonksiyonelliğinin iktidarın projelerine ilgi göstermesi muhtemel kesimlerin önünü kesmeye yönelik alanda olacağını unutmamak gerekiyor.
Diyelim, Hükümet “Alevi Açılımı” yapacak, bunun için Alevi kanaat önderleriyle oturup konuşması lazım, davete icabet etmek bir cesareti gerektiriyor, onu aştınız, davete icabet ettiniz, oturup konuştunuz, Başbakan’ın yaklaşımını çok olumlu buldunuz, onu ifade etmek cesaret meselesi haline geliyor, diyelim Hükümet bir proje oluşturdu, onda rol almak cesaret meselesi haline geliyor....
Düşünün, “Kürt sorunu”na ilişkin çözüm sürecinde Öcalan bile devlet yetkilileri ile görüşmesi sebebiyle ekstremistler nezdinde kendini savunma konumuna itilebiliyor.
Amaç bunların aşıldığı bir süreci de yaşıyor Türkiye. Bu da bir rehabilitasyon Türkiye için. Kimbilir ne kadar insan var kendi gerçek düşüncelerini açıkladığı takdirde böyle bir mahalle baskısına hedef olmaktan çekinen. Ülkenin cumhurbaşkanı ile Yemen türküsü okuduğu için çarmıha gerilen bir sanatçı profili, ne kadar insanı bunaltıyordur kimbilir. Türkiye’nin normalleşmesinin bir boyutunun da bu alanda gerçek bir özgürleşmenin sağlanmasını olduğunu not etmek istiyorum.
- Sıfır tolerans:
Pazar gün yayınlanan bu başlık altındaki yazım, geniş ilgi gördü. Daha önce Hayreddin Hoca’nın bu alandaki hassasiyetini paylaştığımı da yazmıştım. Şaşıranlar var. Bizim bu değerlendirmelerimizi istisnai çıkışlar gibi görenler var. “Vicdan harekete geçti” gibi bakanlar var. Oysa vicdan hiç susmadı ki bizde. Benim 10 yıl önceki yazılarımda da bu alandaki hassasiyetim yansımıştır. Ama o zamanlar, sınavlarda yolsuzluk yapanların, ya da devletin her kademesine orantısız biçimde doluşanların “Acaba memleketin başka çocuklarına haksızlık yapıyor muyuz?” gibi bir kaygıları olmadı. Son dönemdeki yolsuzluk duyarlılığı da, karanlık iç- dış işbirlikleri ile projelenen siyasi kumpasın bir parçası olarak devreye girdi. Yolsuzluk konusunda hiç söz söyleyemeyecek birileri varsa o da onlardır.