Evet her şey tamam... Yerel seçimler oldu; Cumhurbaşkanı seçildi, AK Parti’nin yeni Genel Başkanı ve Başbakan ve kabine belli oldu... Ama buraya gelene kadar bu ülkenin başına gelmeyen de kalmadı. Şundan hiç şüpheniz olmasın ‘pusu’ devam ediyor. Pusudakileri yeniden ayağa kaldıracak en önemli alan ekonomi; bundan emin olun...
Türkiye -pusularla dolu- bütün bu süreçte, asırlık yapısal sorunlarını yukarı çekmeyen, bunları aşmaya dönük adımları attı ama bu sorunlar bütünüyle ortadan kalkmadı.
Şunu samimiyetle söyleyelim ki, artık zamanı dolmuş mevcut para ve maliye politikalarıyla da hiçbir zaman ortadan kalkmaz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da çoğu kere vurguladığı gibi, ekonomide yeni bir yola ihtiyaç var. Erdoğan’ın (yüksek) faiz üzerinden Merkez Bankası’nın para politikasını eleştirmesi, Cumhurbaşkanı’nın yeni bir model (yol) ihtiyacını dillendirmesidir esasında, en azından ben böyle anlıyorum.
Gıda fiyatları meselesi
Hep söylediğimiz gibi; Türkiye tam şimdi, yani tarihin bu aşamasında çok önemli bir eşikte... Bu tarihi bir fırsat ve bu fırsatın değerlendirilmesi için halkın tercihi olan siyasi iradenin süreci kesintisiz hale dönüştürmesi gerekir. Yani Davutoğlu’nun dediği gibi kesintisiz restorasyon meselesi tam da budur. Burada küçük ya da büyük ‘mesele’ ayrımı da olamaz. Hele karşınıza güncel bir sorun olarak gelmiş ama çeşitli nedenlerle ertelenmiş bir reform varsa bunu, tam da bu dönemin ruhuha uygun olarak, hemen yapmanız gerekir. Toplumların -ülkelerin- tarihi, zamanı gelince yapılmayan ertelenen küçük reformlar yüzünden yerle bir olmuş muzaffer iktidarlarla doludur.
Bugün önümüze gelen bir gıda fiyatları istikrarsızlığı sorunu var. Bu sorun, bölgesel, küresel ölçekte -şimdilik- kendini gösteriyorsa da, Türkiye’nin en önemli yapısal sorunlarından birisi olan tarım sorunu ile birleşerek sistemik bir sorun olmaya aday...
Tarım, bilgi toplumuna geçmiş olsanız bile, hiçbir zaman yabana atılmayacak bir alandır. Peki tarım sorunu deyince ne anlamamız gerekir; burada tarımsal olarak bir ülkenin kendine yeter seviyede olup olmaması önemli değildir; önemli olan avantajlı alanlarda farkındalığa ve bu avantajları kullanacak politikaları uygulayacak iradeye sahip olunması ve buna bağlı olarak tarımı, hem içeride hem de dışarıya bir gelir aktarım mekanizması olarak kullanan/kullanacak zihniyetin devre dışı bırakılmasıdır.
Tarım sorunu nedir?
Bu anlamda, bir ülkede; a) tarımsal altyapının (tarım topraklarının, kaynakların, hayvansal üretim potansiyelinin ve doğanın) yağması varsa, b) ülke tarımı, tohum, ilaç, damızlık üretimi, teknoloji gibi alanlarda geri gidiyorsa, c) toprak dağılımı uygun ölçekte tarım işletmeleri için elverişli değilse, d) üretici ile tüketici arasında arz-talep uygunluğunu bozacak ve çok yüksek -haksız- fiyatla hem tüketiciyi hem de üreticiyi mağdur edecek bir sistem geçerliyse, e) bölgesel eşitsizlik, tarımdan sanayiye haksız kaynak ve düşük ücretli işçi aktarımı ile sürdürülüyorsa ve geri kalmış bölgelerde hâlâ toprağa dayalı yarı feodal ilişkiler varsa, f) bütün bunlara bağlı olarak atıl ve çarpık tarımsal yapı, statükoyu korumak için özellikle çözülmüyorsa ve bu yolla sağlıklı sanayileşme önleniyorsa... O ülkede çok ciddi bir tarımsal sorun vardır ve bu sorun özünde sistemik bir sorundur...
Tarım Reformu...
Türkiye, AK Parti iktidarları döneminde, birçok alanda olduğu gibi, tarım alanında da çok önemli adımlar attı. Özellikle yeni kabinede de göreve devam eden Tarım Bakanı Mehdi Eker, bizim yukarıda saydığımız tüm alanlarda çözüm üretmeye çalışan ve farkındalığı olan bir siyasetçi ve yeni kabinede olması bence çok olumlu. Örneğin, Türkiye’nin tarım meselesi deyince aklımıza gelen ‘toprak reformu’ konusunda en önemli adım olan Toprak Koruma Kanunu’nun devreye girmesi Eker döneminin en önemli çözümlerindendir. Bu kanunla bizim yukarıda sözünü ettiğimiz ‘c’ şıkkındaki sorunun çözümü için gerekli yasal adım atılmıştır ve bu, gerçek anlamda asırlık bir sorunu devre dışı bırakacak ‘devrim’ niteliğinde bir yasal düzenlemedir. Türkiye, 1926 yılında Medeni Kanunu, bildiğiniz nedenlerle, batıdan aynen alınca, tarım arazileri, miras hukuku gereği babadan oğula geçerken bölünmüş ve Türkiye, bir yandan feodal nitelikte büyük toprak mülkiyeti, bir yandan da Türkiye’nin yapısına uygun olmayan, miras hukuku nedeniyle verimsiz tarım arazileri arasına sıkışarak tarımsal potansiyelini heba etmiştir.
Tarım işletmeleri ve vesayetçi oligarşi
Bu kanuna kadar, Türkiye’deki 3 milyon tarım işletmesinin ortalama büyüklüğü 59 dönümdü. Ama bu işletmeler ortalama on ayrı parselden oluşuyordu ve Türkiye’de böyle 30 milyon parselin tam 40 milyon hissedarı vardı. Şimdi bu tabloya, Doğu bölgelerindeki sayılı ailede toplanan devasa yarı-feodal toprak mülkiyetini ekleyin...
İşte bu tablo, geri kalmışlık ve sistemik bir tarım sorunu görüntüsünü verir. Ancak bu tabloyu, AK Parti iktidarına kadar -ki bu kanun çok yenidir, 2014 başı- hakim oligarşi, iktidarı için özellikle korumuştur. Şimdi Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla, devletin en tepesinden başlayarak çözülmeye başlayan vesayetçi oligarşi; İstanbul merkezli tekelci sermaye, Ankara merkezli yargı ve asker bürokrasisi ve Doğu-Güney merkezli yarı feodal unsurlardan oluşuyordu. Bu sonuncular, Kürt sorununun, kaçakçılığın ve Doğu bölgelerindeki ekonomik zulmün baş aktörleriydi. Ayrıca bu unsurlar, seksenlerin sonundan itibaren feodal-militarist bir yapı olan koruculuk müessesesini de, yarı resmi-paramiliter bir yapı olarak geliştirmişlerdir.
Ne yapmalı?
İşte tam şimdi Türkiye, gıda fiyatları krizi ile önüne gelen bu devasa tarihi sorunu hızla çözmelidir. MÜSİAD-2014 Raporu burada çok önemli tespitler yapar. Tarımın KOBİ’leşmesi, yani etkin, teknoloji donanımlı tarımsal işletmelerin devreye girmesi, tarım borsası amacı ve neoliberal politikaların bu alanda da terkedilmesi çok önemlidir.
Bugün Dünya Ticaret Örgütü ve AB’nin küresel tarım politikaları çökmüştür. Türkiye, tohumda, ilaçta, tarım genetiğinde, gübrede bu çökmüş politikalar yerine, yeni, ayrı bir stratejiyi öne çıkarmalı, üretici ile tüketici arasındaki fiyat mekanizmasını bozan tekelleri ve simsar aracıları denetleyen bir üst denetim kurumu -EPDK, BDDK gibi- tarım için de oluşturulmalıdır (Hal Yasası’nın doğru-dürüst işlediğinden çok şüpheliyim).
‘Rusya’ya ihracat önemlidir ama bu, gıda fiyatlarını yükseltir o zaman biz de ithalata gaz verelim demek, Merkez Bankası’nın faiz yükselterek enflasyon düşürme şaşkınlığı ile aynı kapıya çıkar. Tarımsal ihracat yapacağız ama içeride üreticiyi ve tüketiciyi ezdirmeyeceğiz. Bu mümkün...