Avrupa’da yükselen Türkiye düşmanlığı Almanya’daki seçimlerde doruk noktasına çıktı. Merkel de, Schulz da ne ülkelerinin derdiyle ilgililer, ne dünyanın derdiyle; varsa yoksa Türkiye ve Erdoğan… Takıntı haline gelen bu Erdoğan düşmanlığı sadece seçime endeksli bir siyasi istismar hali midir, yoksa daha derin bir sorunun tezahürü müdür?
Aslında bir süredir Avrupa’da merkez partilerin çöktüğünü, ırkçı ve ayrımcı anlayışların öne çıktığını biliyoruz. Merkez partisi hüviyetindeki partiler de hâkim olan bu siyasi iklimde merkezkaç anlayışlarla popülist rekabet halindeler.
Dostluk, müttefiklik, komşulukgibi kavramlar yerine düşman arayışı, tehdit algısı, saldırı fobisi gibi kavramlar hâkim oluyor. Harici olana, ötekine, farklılığa karşı şüpheci bakış yerini suçlayıcı ve hatta saldırgan tavra dönüşmüş durumda. Burada bulunan kurban da Türkiye…
AB değerler birliği olarak kurulmuştu ve hem Avrupa’daki ülkelere demokrasi, istikrar ve barış getirecekti, hem de bölgesel istikrar ve barışa daha büyük bir güçle katkıda bulunacaktı. Ama gelinen noktada hiç de öyle olmadı.
AB soft power’ı koruyamadı yani kültürel ve değersel açıdan güçlü olduğu ne varsa kendi eliyle tüketti. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı aldı başını gitti.
AB hard power’la hareket edecek bir küresel/bölgesel güce de dönüşemedi. Arap baharı, Mısır darbesi, Gazze krizi, Suriye bunalımı, göçmen sorunu vs… AB üzerinde yükseldiği değerleri ne kendi içinde yüceltebildi, ne de çevresindeki gelişmelere bu değerler zaviyesinden bakan dirayetli ve şahsiyetli bir politika geliştirebildi. Türkiye’deki darbe girişimine karşı sergilediği ikircikli tavır tam bir pişkinlik ve sorumsuzluk örneğiydi.
ABD dünyanın farklı bölgelerindeki sorunları silahla çözmeye çalıştı; AB ise içine kapanık, etkisiz, dirayetsiz bir dış politika ortaya koydu. ABD’nin silahla çözüm arayışı daha fazla radikalleşme ve fanatizm üretti. AB’nin içe kapanmacı yaklaşımı ise harici sorunları elimine edemedi.
Özgürlükler ülkesi ABD dünyaya ne özgürlük getirebildi, ne istikrar ve barış…
Demokrasi Birliği AB ise ne uzlaşı ve tolerans için, ne farklılıkları barış içinde yaşatabilmek için bir örneklik ve esinlenme kaynağı haline gelebildi.
Düşman üretirken yapılan kültürel kodlama bir anda yanı başındaki insanları tehdit haline getirdi. Sakal-başörtüsü-ezan gibi değerleri kirli savaşına karıştıran batı, kendi içindeki vatandaşlarının kültürel kimliklerini kavganın parçası haline getirerek çok büyük bir hata yaptı.
El Kaide diye karikatürize edilen sakallı adamla mahalle mescidindeki sakallı imamı birbirinden ayıramayan bir psikolojik iklim üretildi. Teröristi değil İslam dünyasını kötü gösterme kurnazlığı kendi ülkesindeki bireyleri potansiyel düşman haline getirdi.
Ana karada görülen terörist tehditler bu ayrım yapamama durumunu daha zor hale getirdi. Modern dünya, modernizmin olanaklarını, interneti ve dijital olanakları kullanan teröristlerin saldırısı karşısında sorunla yüzleşmek ve gerçeği anlamak yerine kendisini kapatmayı tercih etti. Virüs saldırısına karşı kapatılan bir bilgisayar gibi… Özgürlük alanını daraltan, terörle mücadele adı altında normal vatandaşın haklarını sınırlayan, farklı olana karşı önyargı üreten bir hal… Kültürel zenginliğini kültürel bunalıma çeviren bir akıl tutulması yaşandı.
Avrupalı siyasetçilerin popülizm yarışı, belki günü kurtarmaya yarayabilir ama öncelikle kendi bindikleri dalı kesmeleriyle sonuçlanır. Merkel ve Schulz’un siyasi düşman olarak Erdoğan’ı sembolleştirmeye çalışması sadece bir yanılsama ve halisünasyon üretir. Halisünasyonlarla hareket eden bir liderlik ise sadece kendisini kandırır ve derin psikozların içine hapseder.