Katar’ın başkenti Doha’da “Doğu’nun Kürt Sorunu” başlıklı bir toplantıda tarihi sorunu bir kez daha anlamaya çalışıyoruz. Türkiye... İran... Irak.. Suriye... Kürt sorununu farklı formlarda yaşayan dört ülkenin aydınlarını buluşturan bir masadayız. Katar’dan El Cezire Araştırma Merkezi davetiyle...
Gözümüz masada, aklımız Türkiye’de... Şark’ın bu dörtgen karakterli sorununun kalbinde şimdi Türkiye’deki çözüm kıpırdanışı var çünkü.
PKK’nın üç kadın militanını öldürülmesi şimdiye kadar bu örgütün merkezinde olduğu ölümlü olaylardan çok daha fazla Türk ve Kürt kamuoyunu ilgilendirdi. Sebebi belli... Olay, tam da İmralı ile görüşmelerin başladığı dönemin ardından geldi ve bu da biraz olsun çözüm arzulayan herkesi birden tedirgin etti.
Birkaç hafta önce olsa PKK’nın kaybı için mutluluk duyacak olanlar bile, olayın arka planına yöneldiler. Siyasi mesajlar bile ölçülü, dengeli ve hatta Fransa hükümetini kritik edecek kadar kuşatıcıydı.
PKK’li kadınları kimin öldürdüğü bir sır ve bu işlerin tabiatı gereği sırrın aydınlanması da kolay olmayacaktır. Dolayısıyla maksadı da aynı sır perdesinin arkasında saklı kalacaktır. Bütün ihtimalleri masaya yatıralım... İster örgüt infazı, ister doğrudan Öcalan’a mesaj verilmiş olsun. Ya da uluslararası bir parmak tetiği çektirmiş olsun.
Elbette her ihtimalin önemi farklı ve arada büyük anlam farkları vardır. Ancak, failden ve maksattan bağımsız ya da değil her halükarda iki önemli sonuç tahakkuk etmiştir:
1-) Cinayetlerin İmralı ile başlayan çözüm sürecine yönelik mesajı vardır. Murad edilen maksat ne olursa olsun Öcalan’a giden mesaj öncelikle bu olacaktır.
2-) İkicisi daha önemlidir. Kamuoyu... Yani siyaset sınıfı, medya, STK’lar ve hepsinden önemlisi sokaktaki insan mesajı böyle okumuş ve bundan rahatsız olmuştur. Bahane ne olursa olsun, provokasyonun maliyeti ne kadar ağır olursa olsun makul çoğunluk çözüm hattından çıkılmasını istememektedir. Cinayetlere daha ilk anda verilen tepki bunu göstermiştir. Toplum çözüm arzusuna sadakatini göstermiştir.
İşte Türkiye’nin 2013 başında bugünlerde ürettiği tarihi değerdeki çözüm girişiminin temel sermayesi ve itici gücü de budur.
Türkiye toplumu bugüne kadar sayısız defalar provoke edildi. Sayısız defalar yaşadığı atmosfer şiddet marifetiyle kirletildi. Türklerin soluduğu hava da Kürtlerin soluduğu hava da kirletildi. Yakın geçmişe provokasyonlar ve kışkırtmalar tarihi denecek kadar acı öyküler yaşandı.
Şimdi görüyoruz ki, insanlar provoke edile edile provokasyona karşı bağışıklık kazandılar. İster gerçekten provokasyon yapılsın, ister sıkılan bir kurşun seke seke provokasyona varsın farketmez... Bu ülkenin insanları artık o aşamayı geçtiler. Sinirlerine hakim olmayı da fayda-maliyet analizi yapmayı da öğrendiler. Acılarla olgunlaştılar...
Paris’te her ne olup bittiyse geride bu toplumun müzakere sermayesini daha da zenginleştiren şahane bir atmosfer bulutu bırakmıştır. Şimdi o bulutu yağdırmak lazımdır.