Nisan ayı ile birlikte yeşeren bahar, Hz. Peygamber (sav) sevgisini, özlemini, hatırasını daha bir canlandırıyor. O, aramızdan, içimizden birisi olarak, insan olana has taşıdığı rikkat, özen, hassasiyetiyle halen bize “güzel örnek” olmaya devam ediyor. Alemlere Rahmet Sevgili Peygamberimizin, modern insanın yaşadığı yalnızlıklara ve çağımızın buhranlarına dair işaret ettiği ruhi/moral yenilenme hakkında neler düşünüyoruz?
Onun aziz hatırasını hasretle yad etmeyi elbette çok önemsiyoruz. Bununla birlikte peygamber sevgisi ve ihtiramından yola çıkarak kuracağımız toplumsal medeni tasavvur hakkında zihin yorduğumuz söylenebilir mi? Dünyaya has bu kadar yoğun hoyratlaşmaları yaşadığımız bir eşikte, Hz. Peygamberin (s) sevgisini, küçük bir tespih tanesinde durdurmaktan öteye geçebiliyor muyuz? Ki, o küçük tespih tanesinde bir lahza hasretle yanmayı bile özlerken, bunca dünyevi koşu arasında... Hz. Peygamber, ne kadar aramızda... Ne kadar içimizde...
***
Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Mehmet Görmez Beyefendi’nin “Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı” çerçevesinde bizleri davet ettiği bir toplantıdaydık geçen akşam. İslami referanslardan hareketle, özü insana, inanca, kutsala, düşünceye, kültüre, medeniyete, saygıya dayalı “birlikte yaşama ahlakı” kurulabilir mi, sorusu çerçevesindeydi buluşmamız...
İnsanlık, Hz. Adem ve Hz. Havva’nın çocukları olarak, ontolojik manada kardeştir ana ilkesi çıktı karşımıza.
Prof. Görmez’in davetinde neler konuşuldu “birlikte yaşamak” bağlamında...
Onur ve değer noktasında tüm insanlar eşittir ve insanca muameleyi hak etmektedir. İnsan “ahseni takvim” yani en güzel bir kıvamda yaratılmış varlıktır ilkesi... Dini, dili, ırkı, rengi, cinsiyeti ne olursa olsun, canı, onuru ve malı dokunulmazdır. “Kim ki bir insanı, bir can karşılığında veya bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki tüm insanlığı öldürmüş gibidir, her kim de birisinin hayatını kurtarırsa, bütün insanlığı yaşatmıştır” (Maide, 32) esası; hukuk kaidesi olduğu kadar medeniyet ahlakımızın kurucu umdelerindendir... Özel hayata, mahremiyete saygı esastır. İnsan, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkasına da öyle davranmalıdır. Kadına karşı her türlü şiddet ve cinsiyete dayalı ayrımcılık reddedilmeli ve önlenmelidir.Çocuklarımız da her türlü şiddet ve istismardan korunmalıdır. İnanlığın ortak evi mahiyetindeki yeryüzü, bir nimet olarak bize emanettir. Kainat hepimize aittir; havası,suyu, toprağı, denizi, florası ve hayvanatıyla korunmayı hak eder bu bağlamda. Bizden sonrakilere yaşanabilir bir hayat bırakmakla borçluyuz. Yeryüzünde adalete, barışa, merhamete, hoşgörüye dayalı bir medeniyet inşa etmeliyiz. Mezhepçilik, meşrepçilik, hizipçilik, ırkçılık taassupları, insani değerleri tüketmemeli, insan onurunu yok etmemelidir . Tarihte yaşanmış acı tecrübeleri, nefret ve intikama dönüştürmemeye azmetmeliyiz. Aile, akraba ve komşu hakkına riayet etmeliyiz. Dünya toplumu olarak, dayanışma ve yardımlaşmaya çaba sarf etmeliyiz. Hakkaniyet ve adalet ölçülerini tatmin edecek bir sosyal ekonomik düzen için zihin yormalıyız. Yaşlıların, yoksulların, engelli ve hastaların, yetimlerin, mültecilerin mağdur edilmediği bir yeni dünya, artık hayal olmaktan çıkmalı. Ferasetli ve hikmetli bir bakış açısıyla, hem iç barışını kurmuş hem de hayatın bütünüyle anlam bağı kurmuş bir fert olabilmeliyiz. Dini değerlerden yola çıkarak moral dünyaları istismar edip, güç ve çıkar devşirmek, hakikat sadece bendedir, bizim yolumuzdadır diyerek hemen her yolu kendince mübah saymak ve körü körüne itaat esaslı bir kültürü dayatmak, din ve vicdan hürriyetiyle bağdaşmaz...
Elbette, tüm bu ilkeler, öğreti ve söylem düzeyinden hal diline evrildiği nispette hayatın atan kalbi olabilirler. “Hz. Peygamber (s), hayatı durdurarak tebliğ etmezdi dini, onun daveti hayatın içindeydi” dedi Prof. Görmez...