Cenaze törenlerinde hüzün farklı farklı yaşanır. Değişmeyen cenaze sahiplerinin yaşadığı katıksız acıdır.
Merhum yaşlı da olsa, uzun zamandır hasta da olsa, tıp ümidini kesmiş olsa bile, cenaze sahibi aileler sonsuz bir acı yaşarlar.
Aile ve birinci derece yakınların durumu budur ama halka büyüdükçe başka sesler duyarsınız.
“Çok çekmişti, kurtuldu” sesleri de gelir kulağınıza, “Allah herkese sıralı ölüm nasip etsin” sesleri de...
Uzun zamandır görüşme fırsatı bulamayan eş,dost, akrabanın birbirini gördüğü, sohbet ettiği yerdir kimi zaman cenaze törenleri...
Sohbet bazen o kadar koyulaşır ki, saygısız gülümsemeler, kıkırdamalar bile duyabilirsiniz.
Bu saydığım cenaze manzaranın tek istisnası ansızın gelen, genç ölümlerdir.
Herkes susar o cenazede, biraz daha kendine döner, insanın bencil yanı “benim başıma da gelebilir” diye endişeye de kapılır.
***
Öyle bir cenazemiz var şimdi bizim.
Biliyorum, insanlar tanımadıkları kişilerin ölümlerine dair yazıları okumazlar, ne gam diyeceğim izninizle...
26 yaşındaydı Birol, mesai arkadaşımızdı, 24 Tv’de teknik yönetmen olarak çalışıyordu.
Sadece işini yapan, varlığı bulunduğu ortama güven veren gencecik bir delikanlıyı kaybettik trafik kazasında.
Ağva dönüşü bir virajı alamadı araba, şarampole yuvarlandı, orada bitti Birol’un hikayesi.
Sadece Birol’un hikayesi bitmedi aslında...
Arabayı kullanan babası da bundan sonra yaşayan ölüler kervanına katıldı.
Yaşadığı her gün hatta her saat hesaplaşacaktır kendisiyle, keşke dolu cümleler kuracaktır.
Sadece cenazeleri farklı değildir genç ölümlerin geride yaşayan ölüler de bırakır genç ölenler...
***
Cenazelerde güneş gözlüğü takma modası nasıl başladı bilmem.
Kuvvetle muhtemel ağlamaktan gözleri şişmiş insanların kullanmasıyla başladı sonra da yayıldı.
Medyatik cenazelerde güneş gözlüklü bir sürü insan görürüz.
Ayıp belki ama üzülmüş gibi yapmanın aksesuarı mıdır güneş gözlükleri diye düşünürüm çoğu zaman.
Üzülmüş gibi yapılamayacak cenaze törenleri vardır, bu yazıyı yazarken eminim ki Birol’un ki de öyle olacak...
***
Meslek hırsı, para hırsı, statü hırsı, marka hırsı...
Kendi yarattığı bir sürü şeyin esiri oldu insan.
Genç bir delikanlının ölüm haberini alınca bunları düşünüyor insan.
İnsan giderken ne kefeni Prada marka oluyor, ne statüsü ne de parası bir işe yarıyor.
İyi insan olmak, iyi anılacak işler yapmaktan daha büyük bir zenginlik yok bu dünyada aslında.
Çoğunun aklına gelmiyor bu ama biz öyle bir arkadaşımızı kaybettik işte...