Başka bir sıfat bulmakta zorlandığım için ağza tam uymayan sakil bir deyim kullandım, ama gerekçesini anlattığımda bana hak vereceğinizi umuyorum.
‘Post-modern’ benim sözlüğümde ‘ne yaparsanız yapın kitabına uygun kabul edilir’ anlamına geliyor. Kuralsızlığın kural sayılması gibi bir şey... Günümüzde iç ve dış siyasette yaşanan gelişmeler ‘modern’ tanımına uymuyor, ama bütünüyle kuralsız denilemeyeceği için ‘post-modern’ de değil; ‘post-modern’ sıfatının önüne bu sebeple bir ‘post’ daha ekledim...
İlk örneğini ABD ve müttefiklerinin Suriye politikasında yaşamıştık. ‘Arap Baharı’ ile başlayan demokrasi arayışı Suriye’ye sıçradığında, denge, Beşşar Esad ve Baas rejimi ‘kötü’, ona karşı ayaklanıp savaşanlar ‘iyi’ biçimindeydi... Aradan bir müddet geçince dengede hafif bir sarsılma yaşandı; Beşşar Esad ile Baas rejimi ‘kötü, ama’ ve ona karşı savaşanlar ‘o kadar da iyi değil’ haline dönüştü. Şimdi ise başlangıç noktasının tam tersi bir denge var: Beşşar Esad ve Baas‘iyi’ oldu, ona karşı savaşanlar da ‘kötü’...
Kısa süre içerisinde 180 derece dönüş diye buna denmezse neye denir?
Şimdi benzer bir durum içeride yaşanıyor...
Çıkış sebebi neredeyse ‘Türkiye’nin derinlikleriyle mücadele’ olarak özetlenebilecek bir gazete, kendisine bavul içerisinde ulaştırıldığını söylediği belgelerle ‘Ergenekon’ sürecinin başlatılmasını sağlamıştı. Ülkemiz 2007’den bu yana o belgeler ışığında açılan bir dizi davayla meşgul. Davaların bir bölümü sonuçlandı, bir bölümü Yargıtay onayı bile aldı.
Yargılananlar CD’ler halinde ‘belge’ diye sunulanların ‘çakma’ olduğunu iddia ediyor, bunu kimin yaptığına dair sorgulandığında hep aynı adresi gösteriyordu...
O davalara gözü gibi değer verdiği bilinen adresin kendisi, belgeleri yayımlayan gazetenin manşetlerine yansıyan çıkışlarıyla, şimdi ‘çakma CD’lerden, masum insanların boş yere suçlandığından söz ediyor ve bütün dava sürecini şâibeli hale getiriyor...
Ne diyeceğiz buna ‘post-post-modern’ demiyeceksek?
Bu kadarla kalsa iyi. Tepetaklak olan başka bir denge daha var...
Ak Parti, çok değil beş yıl önce, ‘irticai’ faaliyetlere çanak tuttuğu için kapatılmanın eşiğine kadar gelmişti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının hazırladığı iddianameye isterseniz bir daha bakın; gazetelerde çıkan ‘irticai’ haberler ‘kes-yapıştır’ yöntemiyle artarda sıralanarak iktidar partisinin ‘lâiklik günahları’ sergileniyordu.
Hayır, öyle değilmiş... Ya neymiş? Ak Parti hükümetinin bilinen isimleri askerlerle al takke ver külâh ilişkiler içerisinde İslâmi hassasiyeti olan insanları fişliyor, onların hâlisane niyetli hizmet faaliyetlerini ‘tehlike’ olarak görüyor, yok edilmelerini sağlayacak tedbirler peşinde koşuyormuş... Bu iddiayı dillendirenlere göre, Ak Parti’yi dini hassasiyetleri sebebiyle destekleyenler, kendilerine yeni kapı bulmalılar...
Hangi kapı? Tezi savunanların aleyhinde kütüphaneler dolusu yayınları bulunan CHP...
Genel başkanı iktidar mührünü almak için Washington’a çıkartma yapmış CHP’nin ‘post-post modern’ durumunu sergilemek için yerim kalmadı.
28 Şubat (1997) müdahalesine ‘post-modern darbe’ demekte ilk olma şerefini kaçırmıştım, hiç değilse günümüzün ismini ilk ben koymuş olayım: ‘Post-post modern’ döneme hoş geldiniz...